22 Kasım 2015 Pazar

Sınıf değiştirmede dikkat edilmesi gereken hususlar! 

GİRİŞ  

Defter tutma yönünden tacirler, birinci sınıf ve ikinci sınıf tacirler olarak iki sınıfa ayrılmıştır. İkinci sınıf tacirler, İşletme Hesabı Esasına göre, birinci sınıf tacirler ise Bilanço Esasına göre işlem görürler. Kanun koyucu, ticari yaşamın sürekli aynı düzeyde kalmayacağı düşüncesinden hareket ederek birinci ve ikinci sınıf tüccarların sınıf değiştirmelerini kabul etmiştir. VUK’un 179. maddesinde birinci sınıftan ikinci sınıfa, 180. madde ile de ikinci sınıftan birinci sınıfa hangi durum ve koşulların varlığı halinde geçilebileceğine ilişkin hükümler konulmuştur. Yani belirli koşulların gerçekleşmesi ile tüccarların bulundukları sınıfı değiştirerek diğer sınıfa ait usul ve esasta defter tutmalarına olanak sağlanmıştır. Sınıf değiştirmede esas ölçü iş hacmi ölçüsüdür.   Bilindiği gibi, tüzel kişiler statüleri gereği birinci sınıf tüccar olarak bilanço esasına göre defter tutmak zorundadırlar. Sınıf değiştirme işlemi, yalnızca gerçek kişilere ait olup; değişiklik, bunlara ait işletmelerin cirolarına bağlıdır. Yani, ticaret şirketlerinin iş hacmi ne olursa olsun, birinci sınıf tüccar sayılırlar. Bunların sınıf değiştirmeleri söz konusu değildir. Kurumlar vergisine tabi ticaret şirketleri ve kooperatifler dışındaki mükellefler, Maliye Bakanlığı’nın izni ile sınıf değiştirebilirler.   İkinci sınıf tacirler istedikleri takdirde bilanço esasına göre defter tutabilirler (VUK md. 181).  Vergi Usul Kanunu’nun 177. maddesinde, tutulacak defterlerle ilgili olarak birinci sınıfa dahil olmayı gerektiren hadler belirtilmiştir.   

I. SINIF DÜŞME (BİRİNCİ SINIFTAN   İKİNCİ SINIFA GEÇME) 

VUK’un 179. maddesinde yer alan düzenlemeye göre, 177. maddede yazılı ciro veya hasılat hadlerinin altında gerçekleşecek iş hacimleri dikkate alınmak suretiyle bilanço esasından işletme hesabı esasında defter tutmaya geçiş bir ya da üç yıl içerisinde olabilmektedir. Başka bir ifade ile sınıf değiştirme VUK’un 177. maddesindeki hadlerin ihlal yüzdelerine göre farklı hesap dönemlerinde mümkün olabilmektedir.   Azalış şeklinde meydana gelen değişiklik VUK’un 179. maddesinde belirtilen esaslara uymakta ise; bu tüccarlar, koşulların gerçekleştiği hesap dönemini takip eden hesap döneminin başından itibaren, ikinci sınıfa geçebilirler. Ancak, koşullar sağlanmış olsa bile, bu tüccarlar isterlerse ikinci sınıf tüccar olarak kalabilir ve bilanço esasına göre defter tutabilirler.   

Aşağıda belirtilen koşullardan birisinin gerçekleşmesi durumunda, izleyen hesap döneminden itibaren ikinci sınıfa geçmek mümkündür.   
1‐ Bir hesap dönemindeki iş hacmi hadleri VUK’un 177. maddesinde yer alan hadlerden % 20’yi aşan bir oranda düşük olursa veya 
2‐ Arka arkaya üç dönemin iş hacmi, VUK’un 177. maddesinde belirtilen hadlere göre % 20’ye kadar bir düşüklük gösterirse. Burada önemli olan husus, birbirini izleyen arka arkaya üç hesap döneminde düşüş ortaya çıkmasıdır. Bir başka önemli husus, iş hacmindeki düşüklüğün arka arkaya yani araya bir fasıla girmeden meydana gelmiş olmasıdır. Ayrıca bu düşüklük, mal alış miktarında olabileceği gibi, satış tutarında veya hasılatta da olabilir. Hatta bu düşüklük bir yıl mal alışında, bir yıl da mal satış tutarında olabilir. Bu, durumu değiştirmez. 

II. SINIF YÜKSELTME (İKİNCİ   SINIFTAN BİRİNCİ SINIFA GEÇME) 

İkinci sınıf olan tüccarların durumları, aşağıda belirtilen koşullara uyulduğu takdirde, bu kişiler koşulların gerçekleştiği hesap dönemini takip eden hesap döneminin başından itibaren birinci sınıfa geçerler. Sınıfların belirlenmesinde ilgili maddedeki koşulların tam olarak var olup olmadığının incelenmesi gerekmektedir. 
1‐ Bir hesap döneminin iş hacmi VUK’un 177. maddesinde yer alan hadlerden % 20’yi aşan bir oranda fazla olursa,   
2‐ Arka arkaya iki dönemin iş hacmi VUK’un 177. maddesinde yer alan hadlere göre % 20’ye kadar bir fazlalık gösterirse,   
Bu koşulların gerçekleşmesini takip eden hesap döneminden itibaren ikinci sınıf tüccarlar sınıf değiştirerek birinci sınıfa geçerler. Bunun sonucu olarak bu kişiler defter tutma yönünden birinci sınıf tüccarların tabi olduğu hükümlere tabi olurlar.   Bu durumda mükellefler, tüccar sınıflarının tayini ve 2016 yılında tutulacak defterler bakımından VUK’un sınıf değişikliğine ilişkin hükümlerinin uygulanmasında 2015 yılı iş hacimleriyle VUK’un 177. maddesinde yer alan ve VUK’un mükerrer 414. maddesinin konu ile ilgili hükümleri gereğince yeniden belirlenen hadleri kıyaslayacaklardır.   Tüccar sınıflarındaki değişiklikler, ikinci sınıftan birinci sınıfa geçerken zorunlu olarak göz önüne alınırken; bilanço esasından işletme hesabına geçişte aynı zorunluluk söz konusu olmayıp isteğe bağlıdır. İşletme hesabı esasından bilanço esasına geçenlerin yukarıdaki zorunluluğa uymamaları, tutulan defterin tutulmamış hükmünde sayılması sonucunu doğurur ve bunun sonucunda da re’sen cezalı tarh işlemleri kaçınılmaz olabilir. 

III. İHTİYARİ SINIF DEĞİŞTİRME 

İkinci sınıf tüccarlar, isterlerse birinci sınıf tüccar olarak bilanço esasında defter tutabilirler (VUK md. 181) . Bunun yanında yeni işe başlayan tüccarlar, alım satım ve hasılat tutarları, henüz belli olmadığından, ikinci sınıf tüccarlar gibi hareket ederek işletme hesabı esasına göre defter tutabilirler. 

IV. SINIF DEĞİŞTİRMEYE İLİŞKİN   ÖZELLİK TAŞIYAN BAZI DURUMLAR A. KARI VE KOCANIN AYRI TİCARİ   FAALİYETİ OLMASI DURUMU 

Karı, koca ve çocukların ayrı ayrı ticari faaliyet göstermeleri halinde, her biri için defter tutma yönünden kendi işletmelerinin iş hacmi esas alınır.   

B. BİRDEN FAZLA İŞ YERİ OLANLARDA   DEFTER TUTMA 

Birden fazla iş yeri bulunan kişilerin, her bir iş yeri için ayrı ayrı defter tasdik ettirmek suretiyle defter tutmaları mümkündür. Ancak bu işletmelerin, bilanço ve gelir tablolarını dönem sonunda konsolide etmeleri gerekir. Ayrı ayrı defter tutmak yerine merkezden tek bir defter tasdik ettirerek, bu defterde hesapların şubeler itibariyle izlenmesi de mümkündür. Tüccar sınıfının belirlenmesinde, birden fazla işletmesi olan mükellefler yönünden her işletmenin ayrı ayrı mı yoksa bütün işletmelerin toplam alım satım ölçülerinin mi esas alınacağı konusunda farklı görüş ve uygulamalar vardır. Danıştay tarafından da bu konuda verilmiş farklı kararları mevcuttur. Ancak Tekdüzen Muhasebe Sistemi uygulaması da dikkate alındığında, bilanço esasına göre defter tutan bir işlemenin aynı zamanda başka bir işletmesinde işletme defteri tutması mümkün olmaz. Kısaca, birden fazla ticari işletmesi olan mükellefler, defter tutma yönünden işletmelerin iş hacimleri toplamına göre hareket etmelidirler. 

C. İKİNCİ SINIFTAN BİRİNCİ SINIFA GEÇİŞLERDE   

BA BS FORM VERME   
Hadlerden dolayı bilanço esasına göre işlem gören tacirler, geçtiği aydan itibaren BA BS formlarını düzenlemek zorundadır. Aksi halde VUK’nun mükerrer 355 maddesi gereği Özel Usulsülsüzlük cezasıyla karşı karşıya kalacaklardır. 

D. YIL İÇİNDE İŞİ BIRAKIP YENİDEN İŞE   BAŞLAYANLARIN SINIFI 

Yeniden işe başlayan tacirler iş hacimlerine göre sınıflandırılıncaya kadar ikinci sınıf tüccar gibi işletme defteri tutabilirler. Mükellefin daha önce bilanço esasına göre defter tutuyor olması, daha sonra yine bilanço esasına göre defter tutmasını gerektirmez. 

E. İNŞAAT VE ONARMA İŞLERİNDE İŞ   HACMİ ÖLÇÜSÜ 

İnşaat işinin mükellefin kendi nam ve hesabına yapılması ile taahhüt şeklinde yapılması farklılık gösterir. Bu nedenle; 
‐ Kendi nam ve hesabına özel inşaat şeklinde inşaat yapıp daire veya dükkan şeklinde satanların tüccar sınıfının tayininde 177. maddenin 1. bendindeki hadlerin,                 
- Taahhüt işi yapan müteahhitlerin ise yaptıkları iş, hizmet niteliği taşıdığı için tüccar sınıfının belirlenmesinde 2. bentte belirtilen haddin dikkate alınması gerekir.   

F. ADİ ORTAKLIKLARIN DURUMU 

VUK’un 177/4. maddesinde, tüccar sınıfının tayininde, adi ortaklıklar yönünden adi ortaklığın iş  hacminin esas alınacağı açıkça belirtilmiştir. Ortaklardan bir veya bir kaçının bilanço esasına göre defter tutuyor olması, adi ortaklığın kanunda belirtilen hadleri aşmaması halinde bilanço esasına göre defter tutmasını gerektirmez. 

G. İADELERİN SATIŞ TUTARINA   EKLENMEYECEĞİ  

Mükelleflerin satışlarından iade edilen tutarlar yıllık iş hacminin hesabında dikkate alınmaz.   

H. KOLLEKTİF ŞİRKET ORTAKLARININ   DURUMU 

Kollektif şirket ortaklarıyla komandit şirketlerin komandite ortakları birinci sınıf tacir sayılır (GVK md. 37). Bu ortakların ortağı oldukları şirket dışında kendilerine ait ticari işletmeleri için de bilanço esasına göre defter tutmaları gerekmektedir.   

I. MAL SATIŞ VE HİZMET İFASININ BİRLİKTE   SUNULDUĞU İŞLETMELERDE SINIFIN TESPİTİ  

Hem alım satım hem de hizmet ifasının birlikte yapılması durumunda 177. maddenin 3. bendine göre hesaplama yapılmalıdır. Ancak, bu şekilde hesap yapabilmek için her iki faaliyete ait alım satım tutarlarının ayrı ayrı bilinmesi gerekir. Örneğin hem yedek parça alım satımı hem de nakliye işi yapan bir mükellefin iş hacminin hesabında 177. maddenin 3. bendine göre işlem yapılacaktır. Burada, nakliyecilik geliri ile yedek parça satış tutarı toplamı esas alınacaktır. Nakliyecilik hasılatının hesabında 2 numaralı bentteki hasılatın 5 katı alınır. Sınıf değiştirmek için sadece 177. maddedeki hadlerin aşılmış olması yeterli değildir. Ayrıca 179 ve 180. maddelerdeki artış ve azalış oranları da dikkate alınmalıdır. 

İ. BİLANÇO ESASINA GÖRE DEFTER TUTMASI   GEREKİRKEN İŞLETME HESABI ESASINA   GÖRE DEFTER TUTULMASI 

Bilanço esasına göre defter tutması gerektiği halde işletme hesabı esasına göre defter tutulması VUK’ un 30/3. maddesi uyarınca re’ sen takdir nedenidir. Ancak mükellef hakkında vergi ziyaına neden olacak bir husus tespit edilmemişse, sadece iki kat birinci derecede usulsüzlük cezası kesilmekle yetinilir. Bilanço esasına göre defter tutması gerektiği halde işletme defteri tutulması KDV’nin indirimine engel değildir. Ancak, Maliye Bakanlığı farklı görüştedir. Danıştay ise, KDV’nin indirim konusu edilebileceği görüşündedir. Mükelleflerin tutmaları gereken defterin sınıfı konusunda dikkatli olmaları gerekmektedir. 

J. İKİNCİ SINIF TACİRİN BİRİNCİ SINIFA   GEÇİŞTE AÇILIŞ BİLANÇOSUNUN   DÜZENLENMESİ  

İşletme hesabı esasına göre defter tutmakta iken hadlerin aşılması veya mükellefin kendi isteği ile bilanço esasına göre defter tutmak istendiğinde işletme hesabı özetindeki bilgiler ile işletmenin alacak, borç ve mevcutları dikkate alınarak bir açılış bilançosu düzenlenir. Açılış bilançosundaki bilgilerden mal hesabı ile önceki dönem kârı işletme hesabı özetinden, diğer bilgiler ise, işletmenin ticari ilişkilerinden envanter yapılarak çıkartılır. 

SONUÇ   

Vergi sisteminin önemli bir eksikliği, birinci sınıfa geçiş hadlerinin yüksek olmasıdır. Ülkemizde defter tutan mükelleflerin yaklaşık % 80‐90’ı işletme hesabı esasına göre defter tutmaktadır. Oysa işletme defteri borç ve alacakları izlemeye elverişli değildir. Banka kayıtlarını ve amortismana tabi iktisadi kıymetleri göstermemesi, işletme hesabı esasına göre defter tutan mükelleflerin denetlenmesini, incelenmesini ve izlenmesini zorlaştırmaktadır.

Bursa SMMM Odası

20 Kasım 2015 Cuma

DİPLOMATİK İSTİSNA

3065 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin (1) numaralı fıkrası ile “karşılıklı olmak kaydıyla yabancı devletlerin Türkiye'deki diplomatik temsilciliklerine, konsolosluklarına ve bunların diplomatik haklara sahip mensuplarına yapılan teslim ve hizmetler ile uluslararası anlaşmalar gereğince vergi muafiyeti tanınan uluslararası kuruluşlara ve bunların mensuplarına yapılan teslim ve hizmetler” vergiden müstesna tutulmuştur.
Bu istisna uygulamasına ilişkin usul ve esaslar aşağıda belirlenmiştir.

1. DİPLOMATİK TEMSİLCİLİK VE KONSOLOSLUKLARA YAPILACAK TESLİM VE HİZMETLERDE İSTİSNA UYGULAMASI

3065 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine göre, karşılıklı olmak kaydıyla, yabancı devletlerin Türkiye'deki diplomatik temsilciliklerine, konsolosluklarına yapılan teslim ve hizmetler vergiden müstesnadır.
Bu hüküm uyarınca diplomatik temsilcilikler ve konsolosluklara yönelik istisna uygulaması karşılıklılık ilkesi çerçevesinde yürütülmekte, istisna uygulanacak ülkeler ile istisna kapsamına giren mal ve hizmetler Maliye Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı tarafından müştereken belirlenmektedir.
Temsilcilikler ve konsolosluklara, Dışişleri Bakanlığınca istisnadan faydalanacakları mal ve hizmetleri gösteren bir belge verilir. Karşılıklılık ilkesi çerçevesinde asgari harcama limitleri Dışişleri Bakanlığınca belirlenecek ve bu miktar istisna belgesinde belirtilir.
Bu belge diplomatik temsilcilik ve konsoloslukların resmi alımları için geçerlidir. Bu kapsamdaki mal ve hizmet alımlarında, söz konusu istisna belgesine dayanılarak KDV ödenmez. Satıcılar tarafından, kendilerine ibraz edilen istisna belgeleri incelenerek, satın alınmak istenilen mal ve hizmetlerin istisna kapsamına girip girmediği tespit edilir, kapsama giren mal ve hizmetlerin satışına ilişkin olarak düzenlenen faturada KDV hesaplamaz.
Diplomatik temsilcilik veya konsolosluk adına düzenlenmesi gereken faturada, temsilcilik adı ve adresi ile istisna belgesinin tarih ve numarasına yer verilir. Ayrıca, temsilcilik adına alım yapanın bilgilerine (adı-soyadı, adresi, kimlik kartı numarası) de faturada yer verilecektir. Belgenin fotokopisi ayrıca alıcıdan istenmez.
Söz konusu belgede temsilcilik adına alım yapmaya yetkili olduğu belirtilenler dışındakilere istisna kapsamında satış yapılmaz.
Akaryakıt alımlarında takrir yöntemi uygulandığından yukarıdaki açıklamalar akaryakıt teslimleri için geçerli değildir.

1.1. İstisnanın Beyanı

Diplomatik istisna kapsamındaki işlemler, işlemin tamamlandığı döneme ait KDV beyannamesinde yer alan "İstisnalar-Diğer İade Hakkı Doğuran İşlemler" kulakçığının, "Tam İstisna Kapsamına Giren İşlemler" tablosunda 312 kod numaralı “Diplomatik organ ve misyonlara yapılan teslim ve hizmetler” satırı aracılığıyla beyan edilir.
Bu satırın "Teslim ve Hizmet Tutarı" sütununa istisnaya konu işlem bedeli, "Yüklenilen KDV" sütununa bu işlemin bünyesine giren KDV tutarı yazılır.
İade talep etmek istemeyen mükellefler, "Yüklenilen KDV" sütununa ilişkin alana “0” girmelidir.

1.2. İstisnanın Tevsiki

İade talep edilsin edilmesin diplomatik istisna, diplomatik temsilcilik veya konsolosluklara düzenlenen satış faturaları ile tevsik edilir.
Faturaların fotokopilerinin ya da dökümlerini gösteren bir listenin ibrazı mümkündür. Bunlar istisnanın beyan edildiği dönem beyannamesinin verilme süresi içinde bir dilekçe ekinde bağlı olunan vergi dairesine verilir.

2. ULUSLARARASI KURULUŞLARA YAPILACAK TESLİM VE HİZMETLERDE İSTİSNA UYGULAMASI

2.1. Kapsam
3065 sayılı Kanunun 15 inci maddesinin (1) numaralı fıkrasının (a) bendine göre, uluslararası anlaşmalar gereğince vergi muafiyeti tanınan uluslararası kuruluşlara yapılan teslim ve hizmetler vergiden müstesnadır.
İstisnadan, Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu anlaşmalar gereğince vergi muafiyeti tanınan uluslararası kuruluşlar yararlanmaktadırlar. Kapsam esas itibariyle, vergi bağışıklığı veya ayrıcalığın tanındığı uluslararası anlaşmalardaki hükümlere göre belirlenir.
Söz konusu anlaşmalar kapsamında KDV istisnasından yararlanmak isteyen uluslararası kuruluşlarca, işlemi yapacak müesseseden, resmi ihtiyaçlarında kullanacakları mal ve hizmetlere KDV uygulanmaması bir yazı ile talep edilir. Bu başvuruda, ilgili uluslararası anlaşmaya atıfta bulunmak suretiyle kuruluşlarının vergi muafiyetinden yararlandığı kaydedilir, ayrıca resmi ihtiyaçları için talep ettikleri mal ve hizmetler açıkça belirtilir. Bu kapsamdaki kuruluşlara, Dışişleri Bakanlığınca, resmi ihtiyaçlarında kullanacakları mal ve hizmetlerin KDV’den istisna olarak temin edilmesini sağlamak amacıyla istisna belgesi verilmiş olması halinde, satıcıya bu belge ibraz edilir.
Söz konusu yazıya istinaden mal teslim eden veya hizmet yapan işletmeler, faturalarında ayrıca KDV göstermez.
Uluslararası kuruluş tarafından gönderilen yazı 213 sayılı Kanunun muhafaza ve ibraz hükümleri çerçevesinde saklanır ve bir inceleme talebinde ibraz edilir.

2.2. Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı Müşterek Enfrastrüktür Programları Gereğince Türkiye'de Yapılacak İnşa ve Tesis İşlemlerine İlişkin İstisna Uygulaması

20/12/1985 tarihli ve 85/10191 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında , Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatı Müşterek Enfrastrüktür Programları gereğince Türkiye'de yapılacak tesislerin; etüt, proje ve inşasına ilişkin olarak Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkilatına veya onun namına yetkili makamlara yapılan teslim ve hizmetlerin KDV’den müstesna olduğu hükme bağlanmıştır.
Uluslararası anlaşma hükümleriyle kendilerine istisna veya muafiyet tanınan kuruluşların, ilgili uluslararası anlaşmaya atıfta bulunarak satın alacakları mal ve hizmetlere KDV uygulanmamasını bir yazı ile talep etmeleri ve bu yazıya istinaden mal teslim eden veya hizmet yapan kuruluşların faturalarında KDV’yi ayrıca göstermemeleri gerekmektedir.
Buna göre, Kuzey Atlantik Teşkilatı Müşterek Enfrastrüktür Programı gereğince Türkiye'de yapılacak tesislerin etüt, proje ve inşasına ilişkin olarak Kuzey Atlantik Teşkilatı veya onun namına 26/7/1971 tarihli ve 7/2864 sayılı Kararnamede belirtilen yetkili makamlara, satıcılar veya müteahhitler tarafından yapılan mal teslimi ve hizmet ifalarında, bu makamlar tarafından resmi ihtiyaçlarında kullanılacağı yazılı olarak belirtilen mal ve hizmetler için düzenlenecek fatura ve benzeri vesikalarda KDV gösterilmez.
3065 sayılı Kanunun (15/1-b) maddesi hükmü kapsamında yapılan bu teslim ve hizmetlere ilişkin olarak satıcılar veya müteahhitler tarafından yüklenilen vergiler, aynı Kanunun 32 nci maddesi hükmüne göre vergiye tabi faaliyetleri üzerinden hesaplanan KDV’den indirilir, indirimin mümkün olmaması halinde ise mükellefin talebi üzerine Tebliğin “III- KDV İADE USUL VE ESASLARI” bölümünde yer alan esaslar çerçevesinde iade edilir.

2.3. Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri Arasında Vergi Muafiyetleri Anlaşması Gereğince, Ortak Savunma Amacıyla Amerika Birleşik Devletleri Tarafından veya Onun Namına Yapılacak Mal ve Hizmet Alımlarında İstisna Uygulaması

30/6/1954 tarihli ve 6426 sayılı Kanunla onaylanan 23/6/1954 tarihli Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri Arasında Vergi Muafiyetleri Anlaşmasının 8 inci maddesi ile ekinin 16 ncı maddesinde; Türkiye Cumhuriyeti ile Amerika Birleşik Devletleri Hükümetlerinin, Anlaşmada belirtilen ve Anlaşmanın amacına uygun düşen Türk vergi, resim ve harçları ile daha sonra ihdas edilecek benzer mahiyetteki vergi, resim ve harçların, ortak savunma harcamalarına yansıtılmaması için münasip bir muafiyet sağlanması hususunda usul belirlemeleri öngörülmüş, bu hükümlere dayanılarak 22/4/1992 tarihli ve 92/2958 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile anlaşma kapsamına KDV de dahil edilmiştir.
Buna göre, ortak savunma amacıyla Amerika Birleşik Devletlerine veya onun namına hareket eden yetkili makamlara satıcılar veya müteahhitler tarafından yapılan mal teslimi ve hizmet ifalarında, sözü edilen anlaşma kapsamındaki ihtiyaçlarda kullanılacağı yetkili makamlar tarafından yazılı olarak belirtilen mal ve hizmetler için düzenlenecek fatura ve benzeri vesikalarda KDV gösterilmez.
A.B.D. veya onun namına hareket eden yetkili makamlarca ortak savunma amacıyla kullanılmak üzere satın alınacak mal ve hizmetlerin satıcılarına verilmek üzere, Tebliğ ekinde örneği yer alan (Ek 9) belge kullanılır.
Öte yandan, Türkiye ile Amerika Birleşik Devletleri Arasında Vergi Muafiyetleri Anlaşması'nın 2 nci maddesinde, A.B.D. tarafından veya onun namına yapılan ortak masraflara vergi sirayet ettirilmemesi öngörüldüğünden; 3065 sayılı Kanunun (15/1-b) ve 32 nci maddeleri gereğince bu kapsamda yapılan teslim ve hizmetlere ilişkin olarak satıcılar veya müteahhitler tarafından yüklenilen vergiler, vergiye tabi faaliyetler üzerinden hesaplanan KDV’den indirilir, indirimin mümkün olmaması halinde ise Tebliğin “III- KDV İADE USUL VE ESASLARI” bölümünde yer alan esaslar çerçevesinde mükelleflere iade edilir.

2.4. İstisnanın Beyanı

Bu istisna kapsamında KDV hesaplanmayan işlemler, işlemin tamamlandığı döneme ait KDV beyannamesinde yer alan "İstisnalar-Diğer İade Hakkı Doğuran İşlemler" kulakçığının, "Tam İstisna Kapsamına Giren İşlemler" tablosunda 313 kod numaralı “Uluslararası kuruluşlara yapılan teslim ve hizmetler” satırı aracılığıyla beyan edilir.
Bu satırın "Teslim ve Hizmet Tutarı" sütununa istisnaya konu işlem bedeli, "Yüklenilen KDV" sütununa bu işlemle ilgili alım ve giderlere ait belgelerde gösterilen toplam KDV tutarı yazılır.
İade talep etmek istemeyen mükellefler, "Yüklenilen KDV" sütununa ilişkin alana “0” girmelidir.

2.5. İstisnanın Tevsiki

İade talep edilsin edilmesin diplomatik istisna, uluslararası kuruluşlar (veya bunlar adına alım yapmaya yetkili olan mensupları adına düzenlenen satış faturaları ile uluslararası kuruluşun istisna talep yazısının örneği ile tevsik edilir.
Satış faturalarının fotokopilerinin ya da dökümlerini gösteren bir listenin ibrazı mümkündür. Bunlar istisnanın beyan edildiği dönem beyannamesinin verilme süresi içinde bir dilekçe ekinde bağlı olunan vergi dairesine verilir.
Tebliğin (II/D/2.3.) bölümü uygulamasında, ABD'nin Türkiye'deki yetkili birimleri (Askeri Birimler/KDV Formunu İmzalamakla Yetkili Kılınan Yüklenici Kurumlar) tarafından imzalanan/düzenlenen, ABD veya onun namına hareket eden yetkili makamlarca (istisnadan yararlanacak askeri birimler ile özel firma veya kuruluşlarca) satın alınacak mal ve hizmetlerin satıcılarına verilen belgenin onaylı örneği tevsik için ibraz edilir.

3. ULUSLARARASI KURULUŞ MENSUPLARI İLE YABANCI DEVLETLERİN DİPLOMATİK TEMSİLCİLİK VE KONSOLOSLUK MENSUPLARINA YAPILAN TESLİM VE HİZMETLERDE İSTİSNA

3065 sayılı Kanunun;
- 15/1-a maddesiyle, karşılıklı olmak kaydıyla, yabancı devletlerin Türkiye’deki diplomatik temsilciliklerinin ve konsolosluklarının diplomatik haklara sahip mensuplarına yapılan teslim ve hizmetler,
- 15/1-b maddesiyle, uluslararası anlaşmalar gereğince vergi muafiyeti tanınan uluslararası kuruluşların mensuplarına yapılan teslim ve hizmetler de
KDV’den istisna edilmiştir.

3.l. Kapsam

İstisna kapsamına;
- Karşılıklı olmak kaydıyla yabancı devletlerin Türkiye'deki diplomatik temsilcilik ve konsoloslukların vergi muafiyetine sahip diplomatik misyon şefleri, diplomasi memurları, konsolosluklarda görevli misyon şefleri, meslekten konsolosluk memurlarına,
- Karşılıklı olmak kaydıyla servis pasaportu hamili olan ve Dışişleri Bakanlığınca II. sınıf kimlik kartı verilen teknik ve idari personel ile
- Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar gereğince vergi muafiyeti tanınan uluslararası kuruluşların mensuplarına
yapılan ve bedeli KDV dahil en az 50 TL olan (elektrik, su ve telekomünikasyon harcamalarında 50 TL şartı aranmaz)  teslim ve hizmetler girmektedir.
Dışişleri Bakanlığı, karşılıklılık ilkesini gözeterek, her ülke itibariyle geçerli olacak yıllık kişisel harcamaların üst sınırı ile Türkiye Cumhuriyeti misyon mensuplarına kişisel mal ve hizmet alımlarında 50 TL’den yüksek alt limit uygulayan ülke temsilcilik mensupları için alt sınırı tespit ederek ve bu miktarı ilgili temsilciliğe bildirir.
Dışişleri Bakanlığınca, bu tespit uluslararası kuruluşların vergi muafiyetine haiz mensupları için de yapılır. Kapsam esas itibariyle, vergi bağışıklığı veya ayrıcalığın tanındığı uluslararası anlaşmalardaki hükümlere göre belirlenir.
Dışişleri Bakanlığı tarafından bu bilgiler ülke/uluslararası kuruluş ve kişi bazında Gelir İdaresi Başkanlığına da iletilecektir. Bu bilgilerde herhangi bir değişiklik olması halinde bu değişiklikler, Dışişleri Bakanlığı tarafından, uygulamanın aksamasına neden olmayacak bir sürede Gelir İdaresi Başkanlığına bildirilir.
            Diplomatik statüyü haiz mensuplar kapsamına diplomatların eş ve çocukları da dahil olduğundan, bu kişiler de istisnadan yararlanabilir.

3.2. İstisna Uygulaması

3.2.1. İstisna, verginin önce uygulanıp sonra iade edilmesi şeklinde yürütülecek olup, Türkiye’deki diplomatik misyonlar ve konsolosluklar ile uluslararası kuruluşların vergi muafiyetine sahip mensupları, KDV’ye tabi her türlü mal ve hizmeti KDV ödeyerek satın alır.
Bu çerçevede, diplomatik misyonlar ve konsolosluklar ile uluslararası kuruluşların vergi muafiyetine sahip mensuplarına satış yapan KDV mükellefleri, düzenledikleri fatura ve benzeri belgelerde (fatura düzenleme sınırının altında kalsa bile bu kapsamdaki satışları için fatura düzenlenmesi gerekmektedir) yabancı misyona tabi kişinin adı-soyadını, Dışişleri Bakanlığınca düzenlenen yabancı misyon personel kimlik kartının numarasını veya yabancılara mahsus kimlik numarasını yazmalıdır. Bu bilgilerin yer almadığı fatura ve benzeri belgeler iade talebine konu edilemez. Ancak elektrik, su ve telekomünikasyon harcamalarına ait belgelerde yabancı misyon personel kimlik kartının numarası veya yabancılara mahsus kimlik numarası aranılmaz.
Bu fatura ve benzeri belgelerde teslim ve hizmet bedeline ait hesaplanan ve usulü dairesinde gösterilen KDV alıcıdan tahsil edilir.
Söz konusu verginin iadesi, bu Tebliğin (III/C/3) bölümünde belirlenen usul ve esaslar çerçevesinde yerine getirilecektir.
3.2.2. Diplomatik misyonlar ve konsolosluklar ile uluslararası kuruluşların resmi alımlarında KDV istisna uygulaması için Tebliğin (II/D/1.) ve (II/D/2) bölümlerindeki düzenlemeler geçerli olduğundan, söz konusu misyonların resmi mal ve hizmet alımlarında istisnadan yararlanmaları amacıyla Dışişleri Bakanlığınca düzenlenen “KDV ve Özel İletişim Vergisi Diplomatik İstisna Belgesi” ile işlem tesis edilir.
Ayrıca, mensupların akaryakıt, doğalgaz, motorlu taşıt ve taşınmaz alımlarında takrir yöntemi uygulanır.
12/3/1986 tarih ve 19045 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.
21/5/1992 tarih ve 21234 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır.

7 Mayıs 2015 Perşembe

Aynı Adreste Birden Fazla Mükellef Faaliyet Göstermesi
   
Uygulamada çok sık karşılaşılan ve/veya sorulan konulardan birisi de, aynı adreste birden fazla mükellefin faaliyet gösterip gösteremeyeceğidir.
Vergi uygulamalarında esas alınan işyeri tanımı, Vergi Usul Kanununun 156. maddesinde şu şekilde tanımlanmıştır:
"Ticari, sınai, zirai ve mesleki faaliyette iş yeri; mağaza, yazıhane, idarehane, muayenehane, imalathane, şube, depo, otel, kahvehane, eğlence ve spor yerleri, tarla, bağ, bahçe, çiftlik, hayvancılık tesisleri, dalyan ve voli mahalleri, madenler, taş ocakları, inşaat şantiyeleri, vapur büfeleri gibi ticari, sınai zirai veya mesleki bir faaliyetin icrasına tahsis edilen veya bu faaliyetlerde kullanılan yerdir." olarak tanımlanmıştır.
Söz konusu hükmün incelenmesinden de fark edileceği, Vergi Usul Kanununa göre mükelleflerin ticari, sınai ve zirai faaliyetlerini yaptıkları yerlerin işyeri özelliğini taşıyabilmesi için, ticari, sınai ve zirai faaliyetlerini yaptıkları mağaza, yazıhane, idarehane, muayenehane, imalathane, şube, depo, otel, kahvehane, eğlence ve spor yerleri, tarla, bağ, bahçe, çiftlik, hayvancılık tesisleri, dalyan ve voli mahalleri, madenler, taş ocakları, inşaat şantiyeleri, vapur büfeleri gibi yerlerin
- Faaliyetin icrasına tahsis edilmesi veya
- Faaliyetin icra edildiği yer olma
özelliklerini taşıması esastır.
Öte yandan, vergi mevzuatımızda herhangi bir işyerinde birden fazla mükellefin faaliyet göstermelerini engelleyici bir hüküm ya da düzenleme bulunmamaktadır.
Buna göre, mükelleflerin ticari, sınai ve zirai faaliyetlerini yaptıkları yerlerin "faaliyetin icrasına tahsis edilmesi" veya "faaliyetin icra edildiği yer olması" durumunda bu yerlerin işyeri olarak kabul edilmesi zorunlu olduğundan ve aynı işyeri adresinde birden fazla mükellefin faaliyet göstermesini sınırlayan yasal bir düzenleme bulunmadığından, aynı iş yeri adresinde birden fazla mükellefin faaliyet göstermesinde ve mükellefiyet tesis ettirmesinde yasal bir sakınca bulunmamaktadır. Çünkü, aynı  adreste duruma göre iki veya daha fazla mükellefin  iş yapması  ya da faaliyet göstermesi olası bir durumdur. Ancak, bunun için iş yerinin birden fazla kişi ya da şirketin faaliyet gösterebilecek nitelikte olması gerekir.
Ancak, genel uygulama bu şekilde olmakla birlikte, aynı işyerinde birden fazla mükellefin bulunduğu durumlarda Vergi İdaresi;
- Gerçek bir ticari, sınai, zirai ve mesleki  faaliyette bulunulup bulunulmadığını,
- Muvazaalı işlemlere zemin oluşturmak amacına yönelik olup olmadığını,
- Gerçek durumu yansıtıp yansıtmadığını vb.
hususları her zaman inceleme ve yoklama yapmak suretiyle her zaman tespit edebilecek ve buna göre işlem yapabilecektir.
Konu hakkında Maliye Bakanlığı  tarafından verilen bir özelgede de,
"Aynı işyeri adresinde birden fazla mükellefin faaliyet göstermesini sınırlayan yasal bir düzenleme bulunmaması nedeniyle vergi dairelerinde mükellefiyet kaydınızın yapılmasında mevzuatımız açısından bir sakınca bulunmamaktadır. Bu nedenle, oto komisyonculuğu işini yapmak üzere aynı işyerinde birden fazla mükellefiyet kaydının yapılması mümkün bulunmaktadır."
şeklinde idari görüş bildirilmiştir. (MB. GİB. Denizli VDB.nin 19/07/2012 tarihli ve B.07.1.GİB.4.20.15.02-105[156-2012/1]-451 sayılı özelgesi)

6 Mayıs 2015 Çarşamba

Yenileme Fonu Uygulamasında Özellikli Konular

1- GİRİŞ
213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 328'inci maddesinde "Amortismana tabi iktisadi kıymetlerin satılması halinde alınan bedel ile bunların envanter defterinde kayıtlı değerleri arasındaki fark kar ve zarar hesabına geçirilir. İşletme hesabı esasında defter tutan mükelleflerle serbest meslek kazanç defteri tutan mükellefler bu farkı defterlerinde hasılat veya gider kayıt ederler.
Amortisman ayrılmış olanların değeri ayrılmış amortismanlar düşüldükten sonra kalan meblağdır.
Devir ve trampa satış hükmündedir.
Şu kadar ki satılan iktisadi kıymetlerin yenilenmesi, işin mahiyetine göre zaruri bulunur veya bu hususta işletmeyi idare edenlerce karar verilmiş ve teşebbüse geçilmiş olursa bu takdirde satıştan tahassül eden kâr yenileme giderlerini karşılamak üzere, pasifte geçici bir hesapta azami üç yıl süre ile tutulabilir. Her ne sebeple olursa olsun bu süre içinde kullanılmamış olan kârlar üçüncü yılın vergi matrahına eklenir. Üç yıldan önce işin terki, devri veya işletmenin tasfiyesi halinde bu kârlar o yılın matrahına eklenir.
Yukarıdaki esaslar dahilinde yeni değerlerin iktisabında kullanılan kâr, yeni değerler üzerinden bu kanun hükümlerine göre ayrılacak amortismanlara mahsup edilir. Bu mahsup tamamlandıktan sonra itfa edilmemiş olarak kalan değerlerin amortismanına devam olunur" hükmü yer almaktadır.
Bu çerçevede
yenileme fonu; işletmeye dahil amortismana tabi iktisadi kıymetlerin gerektiğinde yenilenebilmesi için bu kıymetlerin satış karı veya sigorta tazminatlarından ayrılan karşılığın bilançonun pasifinde azami üç yıl süre ile muhafaza edilmesidir.

a- Bilanço esasında defter tutmak
Yenileme fonu teşkil edebilmek için, mükellefin bilanço esasında defter tutması gereklidir. İşletme hesabı esasında yenileme fonu ayrılamaz. Bu husus, maddenin gerekçesinde de açıkça ifade edilmiştir.
b- Satılan iktisadi kıymetin yenilenmesinin zorunlu olması veya işletmeyi idare edenlerce bu konuda karar verilerek girişimde bulunulması
İkinci şart, satılan iktisadi kıymetin yenilenmesinin, işin mahiyetine göre zorunlu bulunması veya işletmeyi idare edenlerce bu hususta karar verilmiş ve teşebbüse geçilmiş olmasıdır.
Yine satılan veya hasara uğrayan iktisadi kıymetin yenilenmesi, işin mahiyetine göre zorunlu olduğunda, işletmeyi idare edenlerce ayrıca karar verilmiş olması şartı aranmaz. Tersi durumda faaliyetin yürütülmesi imkânı kalmaz. Bu durumda varsa, sigorta tazminatı alınmasından doğan kar yenileme fonuna alınabilir. Bununla beraber sabit kıymetin yenilenmesi işin mahiyetine göre zorunlu da olsa, satış veya sigorta tazminatı alınmasından doğan kar işletmeden çekilmişse, yenileme fonu teşkil edilemez.
Satılan veya zayi olan kıymetin yenilenmesinin işin mahiyetine göre zorunlu olmadığı hallerde, işletmeyi idare edenlerce yenileme kararı verilmiş ve bu hususta teşebbüse geçilmiş olması şartı ile yenileme fonu tesis edilebilir.
Faaliyet konusunun bütünüyle değişmiş olduğu durumda, eski faaliyetle ilgili olarak kullanılabilecek kıymetin satış karının yenileme fonuna alınması mümkün olamaz.
Genel olarak satış veya tazminattan doğan karın, yenileme fonuna alınmış olması, işletmeyi idare edenlerin, yenileme kararı verip teşebbüse geçtiklerinin dayanağı olarak kabul edilmekte; ayrıca fiili teşebbüslerin bulunması şartı, genellikle aranmamaktadır.
c- Satılan iktisadi kıymet ile yerine alınanın aynı neviden olması
Yenileme fonundan yararlanabilmek için satış veya tazminat alınmasından doğan kar, aynı çeşit bir iktisadi kıymetin alınmasına tahsis edilmelidir. Yenileme fonuna alınan kar ile satılan veya zayi olan kıymetin yenilenmesi öngörülmüştür. Örneğin bir yonga levha fabrikasında, pres makinesinin satışından doğan karın yenileme fonuna alınması için, yine pres makinesi alınması gerekmektedir. Yenileme sırasında teknolojik gelişmeler ile işletme ihtiyaçlarının gerektirdiği bazı değişiklikler olabilecektir. Ancak yeni satın alınacak iktisadi kıymetin tahsis edileceği hizmetin farklı olmaması gerekmektedir.
Yenileme fonu hesabında yer alan satış karının muhakkak surette satılan iktisadi kıymetle aynı neviden başka bir iktisadi kıymetin iktisabında kullanımı esastır. Bu itibarla, satılan iktisadi kıymet yerine bir başka iktisadi kıymetin alınmak istenmesi veya alınması, iktisadi kıymetin yenilenmesi olarak kabul edilemez.
Bu nedenle fabrika binası satışından doğan ve yenileme fonu hesabında beklettiğiniz karın, aynı Kanunun 328 inci maddesi kapsamında işyeri (büro) amaçlı bina alım ve yatırımında kullanılması mümkün bulunmamaktadır.
213 sayılı Vergi Usul Kanunu'nun 328'inci maddesinde yenileme fonunun kullanılacağı iktisadi kıymetlerin aynı neviden olması şartı yer almış, ancak adet sınırlaması yer almamıştır. Bu nedenle, satılan kıymetler ile aynı neviden olması koşulu ile yeni alınan kıymetlerin satılan kıymetler ile aynı sayıda olması gibi bir şart bulunmamaktadır.
d- Yenileme fonuna alınan kâr, satın alınan yeni iktisadi kıymetin amortismanından mahsup edilir
İşletmelerin aktifinde yer alan amortismana tabi iktisadi kıymetin satışı sonucunda elde edilen kâr, aynı nitelikte ve aynı hizmete tahsis edilecek yeni bir iktisadi kıymetin alınması durumunda pasifte geçici bir hesapta (yenileme fonu) azami üç yıl süreyle tutulabilecek ve bu fon yeni alınacak iktisadi kıymetin amortismanında kullanılacaktır.
Öte yandan her ne sebeple olursa olsun bu süre içinde kullanılmamış olan kârların üçüncü yılın vergi matrahına ekleneceği, üç yıldan önce işin terki, devri veya işletmenin tasfiyesi halinde ise bu kârların o yılın matrahına ekleneceği tabiidir.
Dolayısıyla, yenileme fonunun ayrılabilmesi amortismana tabi bir iktisadi kıymetin varlığı ile bu kıymetin satılmasından oluşan kârın aynı neviden bir iktisadi kıymetin alımında kullanılması halinde söz konusu olmaktadır.
Bu itibarla, örneğin amortismana tabi olmayan iştirak hissesi satışından doğacak kârın, Kurumunuz tarafından edinilen bir yatırımında kullanılması halinde söz konusu yatırımla ilgili olarak yenileme fonu müessesesinden faydalanılması mümkün bulunmamaktadır.
e- Yenileme fonuna alınan kâr üç yıl içinde kullanılmalıdır
Yenileme fonuna alınan kârın üç yıl içinde kullanılması zorunludur. Her ne şekilde olursa olsun, bu süre içinde kullanılmayan kârlar, üçüncü yılın vergi matrahına eklenir. Yenileme Fonuna alınan kârın, üçüncü yılın sonuna kadar bekletilmesi ancak işin sürdürülmesi halinde mümkündür. Tasfiyeye girilmesi halinde, tasfiyeye giriş tarihi itibariyle tespit edilecek dönem vergi matrahına yenileme fonundaki karın da ilave edilmesi zorunludur.
Üç yıllık sürenin hesabında farklı görüşler söz konusudur. Maliye Bakanlığının görüşüne göre; sürenin hesabında satışın yapıldığı yılın da dikkate alınması gerekmektedir. Nitekim kanuni düzenleme de bu görüşün doğru olduğu sonucunu ortaya çıkarmaktadır. Kanunda, satıştan doğan kârın yenileme giderini karşılamak üzere, pasifte geçici bir hesapta azami üç yıl süre ile tutulabileceği belirtilmektedir. Sözü edilen yıl deyimi hesap dönemini (vergilendirme dönemini) ifade etmektedir. Danıştay’ın konuyla ilgili olarak vermiş olduğu kararlar doğrultusundaki görüş ise; üç yıllık süreden üç hesap döneminin değil üç yıl pasifte bekletilmenin anlaşılması gerektiği yönündedir. Buna göre, satış tarihinden itibaren üç yıllık sürenin geçmesi beklenmelidir.
Konuya ilişkin olarak bir diğer görüş ise, Vergi Usul Kanunu’nun sürelerin hesaplanması ile ilgili 18. maddesinden hareket edilmesi gerektiği yönündedir. Bu görüşe göre, sürenin sabit kıymetin satıldığı günü izleyen günden başlaması ve üç yıl sonra satışa tekabül eden günün akşamı bitmesi gerekmektedir. Diğer taraftan, söz konusu maddelerde hüküm altına alınan üç yıllık süre, yeni iktisadi kıymetin alınması, başka bir deyişle kârın, yenileme fonunda bekletilme süresidir. Bu sürenin yeni alınacak iktisadi kıymetin amortismanından mahsup süresi ile bir ilgisi bulunmamaktadır. Yenileme fonunun ayrıldığı hesap döneminden sonraki ikinci hesap döneminde (yenileme fonunun kullanılması gereken son hesap döneminde) yeni iktisadi kıymetin iktisap edilmesi halinde de yenileme fonunda bekletilen kârın tamamının yeni alınan iktisadi kıymetin amortismanından mahsup edilmesi gerekmektedir. Bekleme süresinin son yılında olunduğu için sadece yeni iktisadi kıymetin aktife alındığı hesap döneminde mahsup işlemi yapılması, kalan fon tutarının kâra ilave edilmesi yanlış bir uygulama olacaktır.
Bu görüşe göre örneğin; 2010 yılında iktisadi kıymet satışından doğan kârın yenileme fonuna alındığını ve yeni iktisadi kıymet iktisabının 2012 yılında gerçekleştirildiğini varsayalım. Bu durumda, yeni alınan iktisadi kıymetin amortismanından mahsup işlemi yenileme fonunda yer alan tutar eritilinceye kadar devam etmelidir. Yenileme için belirlenen üç yıllık sürenin son yılında yenileme işlemi gerçekleştirildiği için sadece bir yıl mahsup işleminin yapılacağını, kalan tutarın dönem matrahına ilave edileceğini söylemek yanlış olacaktır.
Konuya ilişkin olarak verilmiş olan bir muktezada da özetle; "... Şirketiniz aktifinde kayıtlı binanın 05/09/2008 tarihindeki satışından elde edilen kârın yenileme fonuna alınmasının başlangıcı olarak satışın gerçekleştiği 05/09/2008 tarihinin dikkate alınması, bu tarih itibarıyla tesis edilen yenileme fonunun en geç 31/12/2010 tarihi itibarıyla kullanılmış olması, 31/12/2010 tarihine kadar kullanılmamış olması halinde ise 2010 hesap dönemi kurumlar vergisi matrahınıza ilave edilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan, şirketinize yukarıda belirtilen tarih aralığında (05/09/2008 -31/12/2010), yenileme fonuna alınmış kârın kullanımıyla işin mahiyetine uygun bir bina alınmış olması halinde, yeni alınan binanın iktisabında kullanılan kâr, 3 yıllık süreyle sınırlı olmaksızın yeni alınan bina için Vergi Usul Kanunu hükümlerine göre belirlenen faydalı ömür ve amortisman oranı dikkate alınarak ayrılacak amortismanlara mahsup edilecektir.

Geçmişte vermiş olduğu görüşlerin aksine Maliye Bakanlığı son dönemlerde vermiş olduğu muktezalarda serbest meslek erbaplarının da diğer şartlarında sağlanması koşuluyla yenileme fonu uygulamasından yararlanabileceği görüşündedir.[6]
Bu hükmün uygulanması diğer faaliyet gruplarında olduğu gibi serbest meslek kazanç defteri tutan serbest meslek erbabı için de aynı olduğundan, örneğin envanterine kayıtlı binek otomobilini satıp, yenisini alan serbest meslek erbabının yenileme fonu uygulamasından yararlanması mümkün bulunmaktadır.
Yenileme fonunun ayrılabilmesi, amortismana tabi bir iktisadi kıymetin varlığı ile bu kıymetin satılmasından sonra oluşan kârın aynı neviden bir iktisadi kıymetin alımında kullanılması halinde söz konusu olmaktadır.
Ayrıca, 4842 sayılı Kanunla Vergi Usul Kanununa eklenen ve 01.07.2003 tarihinden itibaren yapılacak finansal kiralama işlemlerinde uygulanmak üzere yayım tarihinde yürürlüğe giren Mükerrer 290 ıncı madde uyarınca aktifleştirilen finansal kiralamaya konu iktisadi kıymeti kullanma hakkı kiracı tarafından amortismana tabi tutulacaktır.
Bu açıklamalar çerçevesinde, amortismana tabi iktisadi kıymetlerin satışından doğan kârın mezkûr Kanunun 328 inci maddesine uygun olarak pasifte geçici bir hesaba alınması kaydıyla, bilahare mükerrer 290 ıncı madde kapsamında finansal kiralama yoluyla edinilen varlıkların kullanma hakkı üzerinden ayrılan amortismanların, bu hesapta tutulan tutardan (yenileme fonundan) mahsup edilmesi mümkündür. Bu mahsup için kiralama konusu iktisadi kıymetlerin mülkiyetinin mükellefe intikal etmesi beklenmeyecek, mahsup iktisadi kıymeti kullanma hakkının itfa edilmeye başlanıldığı yıldan itibaren yapılacaktır.

Yenileme Fonu, iktisadi işletmelere dahil amortismana tabi iktisadi kıymetlerin yenilenebilmesi için bu kıymetlerin satışından veya ziyaa uğramasından dolayı alınan sigorta tazminatı sonucu doğan kârların bilançonun pasifinde azami üç yıl süre ile bekletilmesini ifade eden bir vergi erteleme yöntemi olarak, işletme içi yatırımları teşvike yönelik bir uygulamadır.
Yenileme Fonunun iktisadi kıymetin iktisabında kullanılması halinde, bilançonun pasifinde yer alan fon yeni değer için ayrılacak amortismanlara mahsup edilmekte olup, mahsup etme işleminin, iktisadi kıymetin değerinin amortisman yoluyla itfa edilme süresinden önce tamamlanması durumunda ise iktisadi kıymetin kalan değer kısmı için amortisman ayrılmasına devam edilecektir.
Yukarıda yer alan hüküm ve açıklamalara göre, Vergi Usul Kanununun mükerrer 290 ıncı maddesi kapsamında olduğu kabul edilen finansal kiralamalar ile kiralanan varlıkların kiralama süresi içerisinde yangın, deprem, sel, kaza v.b. sebeplerle kullanılamayacak hale gelmesi nedeniyle, sigorta şirketlerinden tahsil edilecek olan tazminatlardan doğacak olan kârın, Kanunun 329 uncu maddesinde sayılan esaslar dâhilinde yenileme fonuna kaydedilmesi mümkün olup, azami üç yıl süre ile bu fonda bekletilebilecek olan bu tutarlar, finansal kiralama yoluyla iktisap edilecek olan uçakların kullanma hakkı üzerinden bu kanuna göre ayrılacak olan amortismanlara mahsup edilecektir.

4 Şubat 2015 Çarşamba

LİMİTED ŞİRKETLERANONİM ŞİRKETLER
ORTAKLAR
Tek ortaklı şirket olabilir. Ortak sayısı 50'yi geçemez.Tek ortaklı şirket olabilir. Ortak sayısında bir sınırlama yoktur.
SERMAYE
10.000 TL Esas sermaye ile kurulabilir.Asgari 50.000 TL Esas sermaye ve 100.000 TL Kayıtlı sermaye ile kurulabilir.
ESAS SERMAYENİN GRUPLARA AYRILMASI
Esas sermaye paylarının gruplara ayrılması mümkündür. Örneğin Ltd'nin esas sermaye payları A, B ve C grubu olmak üzere üçe ayrılabilir. (TTK md. 576) Esas sermaye paylarının gruplara ayrılması için şirket sözleşmesinde bu doğrultuda bir düzenlemenin yer alması gerekir.Sermayeyi temsil eden payların (A), (B) ve (C) gibi gruplara ayrılması AŞ'lerde çok sık rastlanan bir uygulamadır. Esas sermeye paylarının gruplara ayrılması için şirket sözleşmesinde bu doğrultuda bir düzenlemenin yer alması gerekir.
SERMAYE DEĞİŞİMİ
Şirket sermayesinde esas sermaye öngörülmemişse şirket ortaklarının 2/3 ünün kararıyla değiştirilebilir.Şirkett sözleşmesi ancak esas sermayenin yarısına tekabül eden ortakların kararıyla değiştirilebilir.
KAYITLI SERMAYE SİSTEMİ
Anonim şirketlerden farklı olarak kayıtlı sermaye sistemi kabul edilmemiştir. Bu sebeple Ltd'nin sermaye artırımı yapabilmesi için genel kurul toplantısı yapmaları gerekir.Halka açık ya da halka kapalı olup olmadığına bakılmaksızın tüm AŞ'lerde "Kayıtlı Sermaye Sistemini" kabul etmek mümkün olup, genel kurul toplantısı yapılmaksızın kayıtlı sermaye tavanına kadar sermayeyi artırma yetkisi Yönetim kuruluna tanınmıştır.
ORGANLAR
GK + Müdür/Müdürler KuruluGK + Yönetim Kurulu
KAR PAYI
Ortaklarına kar payı avansı dağıtması mümkündür. (TTK md.509 ve Kar Payı Avansı Dağıtılması Hakkında Tebliğ)Ortaklarına kar payı avansı dağıtması mümkündür. (TTK md.509 ve Kar Payı Avansı Dağıtılması Hakkında Tebliğ)
PAY SENEDİ
Yeni Türk Ticaret Kanunu ile Ltd'lere getirilen en önemli imkânlardan biri de esas sermaye payının ispat aracı olan bir senede veya nama yazılı senede bağlanabilmesidir. Ancak önemle belirtmek gerekir ki bu olanak Ltd esas sermaye payını ne AŞ payına dönüştürür ne de yaklaştırır. Bu düzenleme ile amaçlanan ispatı ve gereğinde payın devrinde bazı kolaylıklar sağlanmasıdır. (TTK mad. 593)Pay senedi bastırılması AŞ'ler için bir zorunluluk olmamak ile beraber AŞ'lerde nama yazılı pay senedi çıkarılabildiği gibi, bedelleri tamamen ödenmiş olan paylar için hamiline yazılı pay senedi de çıkarılabilir. AŞ'lerde pay senetleri menkul kıymetler bölümü başlığı altında düzenlenmiş olup, zilyetliğin devri ve ciro ile mülkiyet devrinin mümkün olması gibi menkul kıymet olmanın kriterlerini taşımaktadır.
İMTİYAZLI PAY
İmtiyazlı pay çıkartılması yeni kanunda düzenlenmiştir. (TTK md.576) Oy hakkında imtiyaz tanınması hususunda ise; Kanun şirket sözleşmesi ile oy hakkı sınırlandırılmasına ve dolayısıyla oy hakkında imtiyaza izin vermektedir. (TTK. Mad.618/2) Ancak;yeni TTK ile getirilen oy hakkında imtiyaz, AŞ'in aksine payların itibari değerlerini farklılaştırmak suretiyle oluşturulabilir. Bir başka deyişle, kanuna göre esas sermaye paylarının itibari değerleri en az 25 TL olarak öngörülebileceğinden, diğer payların itibari değeri en fazla 250 TL olabilir. Bu durumda 25 TL itibari değerli pay grubuna 1 oy; 250 TL itibari değerli pay grubuna da 1 oy hakkı verilmek suretiyle oy hakkında imtiyaz oluşturulabilir.Esas sözleşme ile bazı paylara veya pay gruplarına oy hakkında, temsilde, yönetim kurulunda üye bulundurmada, kar payında, tasfiye payında, rüçhan hakkı gibi haklarda üstün bir hak tanınabilir. Oy hakkında imtiyaz konusunda; AŞ'lerde eşit itibari değerdeki paylara farklı sayıda oy hakkı verilerek oyda imtiyaz tanınabilir. örneğin, (A) grubu paylara 1 TL karşılığında 5 oy hakkı; (B) grubu paylara 1 TL karşılığında 1 oy hakkı verilebilir.
PAY DEVRİ
Ltd'depay senedi devri ile mülkiyet geçmediğindenkazancın doğması bu senetlerin elden çıkarılması ile değil imzaları noterce onaylı alan ve satan arasındaki yazılı devir sözleşmesi ve bu işlemin genel kurul kararıyla onaylanmasıyla birlikte meydana gelmektedir. Bu kapsamda sermaye payının devri için; "Pay devrine ilişkin yazılı sözleşmenin hazırlanması ve bu Sözleşmenin noterce onaylanması, Pay devrinin şirket genel kurulunca onaylanması", "Pay devrinin ticaret siciline tescili", "Pay devrinin şirket pay defterine kayıt edilmesi" gerekmektedir.Sermaye payınındevri daha kolay, noterden onaylanmasına gerek yok. Ortak sahip olduğu hisseyi devretmek istediğinde ana sözleşmede aksine bir hüküm yoksa hisse devri sözleşmesi ile devredebilir.Hisseler karşılığında hisse senedi basılmış veya geçici ilmühaber çıkartılmış ise bunlar ciro edilerek devredilebilir. Noter huzurunda devir şart değildir.Devirler ticaret siciline tescil edilmez.
HALKA AÇILMA
Halka açılma imkanı yoktur.Halka açılma imkanı vardır.
TAHVİL ÇIKARAMA
Tahvil çıkaramadığı gibi menkul değerlerle ilgili aracılık faaliyetinde bulunamaz.Ödünç para bulmak için borç senetleri (tahvil) çıkarabilir. (TTK md. 504).
İNTİFA SENEDİ ÇIKARMA
Yeni kanunla Ltd'inde intifa senetleri çıkartabilmesine imkan tanınmıştır. Ltd'lerde intifa senedi çıkarılması için şirket sözleşmesinde bu doğrultuda hüküm bulunmalıdır. Bu konuda Anonim Şirketlere ilişkin hükümler kıyas yoluyla uygulanır.AŞ'ler İntifa senedi çıkarabilir. (TTK md.502,503)
YK TEŞKİLAT YÖNERGESİ
TTK'nın 644. Maddesi AŞ'lere ilişkin hangi hükümlerin Ltd'lere de uygulanabileceğini düzenlemiştir. Bu hükümler arasında yönetimin devrine ilişkin bir madde yoktur. Ayrıca Ltd'lerde YK gibi bir organ değil Müdürler Kurulu mevcut olup, Kanunda Ltd'ler için MK Teşkilat Yönergesi düzenlenebileceğine dair bir düzenleme de mevcut değildir.TTK "yönetimin devri" başlıklı 367. Maddesine göre, esas sözleşmeye konulacak bir hükümle, düzenleyeceği biriç yönergeyegöre; yönetimi kısmen veya tamamen bir veya birkaç yönetim kurulu üyesine veya 3. Bir kişiye devretmeye yetkili kılınabilir. Böylece; her kişi yetkili kılındığı alandan münhasıran sorumlu olacaktır.
KAMU BORÇLARINDAN SORUMLULUK
Ortağın kamu borçlarından sorumluluğu vardır. Şirketin Vergi, SGK primi borçlarının tahsil edilemeyen kısmından tüm malvarlığıyla sorumludur. 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun'un 35. Maddesi'ne göre; Ltd'den tahsil edilemeyen ya da tahsil edilemeyeceği anlaşılankamu borçları için şirket ortakları sermaye payı oranları ölçüsünde sorumlu tutulabilecektir.Ortağın kamu borçlarından sorumluluğu yoktur. Anonim Şirketlerde ortağın vergi, SGK ve şirketin diğer borçlarından dolayı hiçbir sorumluluğu yoktur. Tek sorumluluğu taahhüt ettiği sermaye borcunu ödemesidir. Ortaklar sadece şirkete koymayı taahhüt ettikleri sermaye miktarı ile Şirkete karşı sorumludurlar.Sermaye borcunu ödeyen ortağın kamu borcu dahil hiçbir borçtan sorumluluğu bulunmamaktadır.
EK ÖDEME YÜKÜMLÜLÜĞÜ
Ortaklar şirket sözleşmesiyle, esas sermaye payı bedeli dışında kanunda öngörülen hallerdeek ödeme ile de yükümlü tutulabilirler. (TTK. Md.603)Ek ödeme yükümlülüğü mevcut olmayıp, ortaklar sadece sermaye taahhüdü ile sorumlu tutulabilirler.
VERGİDEN İSTİSNA
Şirket hissesi kaç yıl sonra satılırsa satılsın elde edilen kazanç gelir vergisine tabi. Gerçek kişi şirket ortağının payını 2 (iki) yıldan fazla elde tutulup satması halinde ortaklık paylarının satışından doğan kazanç, GVK Mükerrer 80. Maddesinin 4. bendine göregelir vergisine tabi olmakta olup, muafiyet söz konusu değildir.Şirket pay senedinin 2 yıl geçtikten sonra satılması durumunda elde edilen kazanç tutarı vergiye tabi değil. Gerçek kişi şirket ortaklarının AŞ pay senetlerini 2 (iki) yıldan fazla elde tuttuktan sonra satmaları halinde doğan kazanca vergi istisnası tanınmaktadır. Bir başka ifadeyle, AŞ'lerdeki pay satışlarında pay senedi veya geçici ilmühaber belgesi olması koşuluyla 2 (iki) yıldan fazla elde tutulup satılması halinde değer artış kazancı hesaplanmaz.
BAKANLIK TEMSİLCİSİ
Hiçbir Ltd toplantısındaBakanlık Temsilcisinin bulunmasına gerek yoktur. (TTK mad.407 ve 617. Madde Bakanlık temsilcisine ilişkin olan hükümlerin kıyasen uygulanamayacağını belirtmiştir. Aynı zamanda, Anonim Şirketlerin GK Toplantılarının Usul ve Esasları ile bu Toplantılarda Bulunacak Bakanlık Temsilcileri Hakkındaki Yönetmelik sadece AŞ'lerden bahsetmiştir.)Gümrük ve Ticaret Bakanlığı'nın Anonim Şirketlerin GK Toplantılarının Usul ve Esasları ile bu Toplantılarda Bulunacak Bakanlık Temsilcileri Hakkındaki Yönetmelik Hükümlerinin 32. Maddesi'nde detaylı olarakhangi GK toplantılarında bakanlık temsilcisinin bulunması gerektiği tek tek sayılmıştır.(örneğin; sermaye artırımı, azatlımı, birleşme, bölünme, tür değiştirme, amaç ve konu değişikliği vb gibi..)
ELEKTRONİK KURULLAR
Sermaye Şirketi olması sebebiyle e-Genel Kurul ve Müdürler Kurulu yapabilme imkanı tanınmıştır.e-Genel Kurul ve Yönetim Kurulu yapabilme imkânı tanınmıştır. (TTK mad 1527 ve AŞ. Genel Kurullarının Elektronik Ortamda Yapılmasına İlişkin Yönetmelik ve Tebliğ)
DENETİM
Sadece Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen şartları sağlayan Ltd'ler bağımsız denetime tabi olacaktır. Bu belirlemelerin dışında kalan şirketler için yasada ve bu konu ile ilgili olarak düzenlenen yönetmelikte boşluk olduğu kanaatindeyiz. Zira 6455 sayılı Torba Kanun'un 80. Maddesine göre" bağımsız denetime tabi olan Anonim Şirketler" dışında kalan bütün anonim şirketler" denetim altına alınırken, anonim şirketlerden daha fazla ciroya sahip Ltd'ler için yönetmelikte bir düzenleme yapılmamıştır. Buradan hareketle Ltd'lerin denetime tabi olmadığı sonucuna varılmalı mı yoksa TTK'nın Denetçi başlıklı 635. maddesine göre Anonim Şirketin denetçiye, denetime ve özel denetime ilişkin hükümleri Ltd' için de uygulanır hükmünden hareketle kıyasen bağımsız denetim dışında kalan Ltd 'lere AŞ'lere ilişkin hükümler uygulanarak denetime tabi tutulur şeklinde mi değerlendirilmesi gerektiği hususunda mevzuatta ve uygulamada bir boşluk olduğu görüşündeyiz.Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen A.Ş.'ler bağımsız denetime tabi olacaktır. Bu kapsam dışında kalan AŞ'ler ise 6455 sayılı Torba Kanun'un 80. Maddesi hükümlerine göre denetlenecektir. Denetime ilişkin usul ve esaslar ile bu madde hükmü uyarınca denetim yapacak denetçilerin nitelikleri, ilişkin hususlar Gümrük ve Ticaret Bakanlığınca hazırlanan ve Bakanlar Kurulunca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenecektir.
AVUKAT BULUNDURMA
Limited şirketlerde avukat bulundurma zorunluluğu yoktur.Sermayesi 250.000.- TL ve üstünde olan şirketler bir avukatla danışmanlık anlaşması yapmak zorundadı
DEFTER TUTMA
Yevmiye, defteri kebir, Envanter, ortaklar pay, genel kurul toplantı ve müzakere defteri tutmak zorundadır.Yevmiye ve Tutulması halinde müdürler kurulu karar defteri takip eden yılın 3. ayı sonuna kadar noterden kapanış onayı şarttır. Limited şirketlerde Müdür veya müdürler kurulunun şirket yönetimi ile ilgili olarak aldığı kararlar genel kurul toplantı ve müzakere defterine kaydedilebileceği gibi ayrı bir müdürler kurulu karar defteride tutulabilir, tutulması halinde açılış ve kapanış onayları şarttır. Limitet şirketlerde halen kullanılmakta olan pay defterleri ve ortaklar kurulu karar defterleri yeterli yaprakları bulunmak kaydı ile genel kurul toplantı ve müzakere defteri olarak kullanılmaya devam olunabilir.Yevmiye, defteri kebir, Envanter, Yönetim kurulu karar, ortaklar pay, genel kurul toplantı ve müzakere defteri tutmak zorundadır. Yevmiye ve Yönetimkurulu karar defteri takip eden yılın 3. ayı sonuna kadar noterden kapanış onayı şarttır. Mevcut durumda kullanılmakta olan pay defteri ile genel kurul toplantı ve müzakere defteri yeterli yaprakları bulunmak kaydı ile açılış onayı yapılmaksızın kullanılmaya devam edilebilir.
ORTAKLARIN ALACAK DURUMU
Ortaklardan alınan tüm emanetler ve ödünç paralar, ancak tüm alacaklar ödendikten sonra geri ödenebilir.Ortakların şirkete verdiği emanet paralar, ödünçler, borçlar hiçbir koşul belirtilmeden hemen iade edilebilir.
ORTAKLIKTAN ÇIKMA / ÇIKARILMA
Şirket sözleşmesinde bir ortağın genel kurul kararı ile şirketten çıkarılabileceği sebepler öngörülebilir (TTK md. 640). Şirket haklı sebepler dolayısıyla ortağın şirketten çıkartılması için mahkemeye başvurulabilir (TTK md. 640/3). Şirket sözleşmesi, ortaklara şirketten çıkma hakkı tanıyabilir (TTK md. 638/1). Her ortak haklı sebeplerin varlığında şirketten çıkmasına karar verilmesi için dava açabilir (TTK md. 638/2). Şirketten çıkmak isteyen ortak şirketten sermaye payının gerçek değerini isteyebilir (TTK md. 641/1).Pay sahiplerinin cebren mahkeme kararıyla şirketten çıkartılması söz konusu değildir. Pay bedelini ifa etmeyen pay sahibi çağrıya rağmen faiziyle birlikte borcunu ödemez ise taahhüt ettiği paylardan yoksun bırakılır (TTK md. 482/2). Ortaklıktan çıkma, çıkarılma ve pay devri Ltd' ye göre daha basit ve esnektir.
ŞİRKETİN FESHİ
Yeni TTK, ortaklara haklı sebeple şirketin feshini isteme hakkı tanınmıştır.AŞ'lerde şirket ortaklarına böyle bir hak tanınmamıştır.

3 Şubat 2015 Salı

Vergi Hukukunda Zamanaşımı

Özel hukukta zamanaşımı, kazandırıcı (iktisabi) zamanaşımı ve düşürücü (iskati) zamanaşımı olmak üzere iki ayrı anlamda kullanılmaktadır. Kazandırıcı zamanaşımı, bir eşya hukuku kurumu olarak, bir ayni hakkın (özellikle mülkiyet hakkının) belli şartlarla belli süre devam eden zilyetlik sonucu kazanılmasını ifade etmektedir. Düşürücü zamanaşımı ise, borçlar hukuku kurumu olarak, belli bir süre içinde hakkını talep etmemiş olan alacaklının, alacağını dava yoluyla elde etme imkanını kaybetmesidir. Borcun zamanaşımına uğramasıyla, borç (alacak) sona ermemekte, sadece alacaklının dava yoluyla alacağını elde etme imkanı, alacağın dava edilebilme niteliği ortadan kalkmaktadır. Bu itibarla, zamanaşımına uğramış bir borç, ifa edilebilen, fakat dava edilemeyen bir eksik borç haline dönüşmektedir.

Hukukun diğer dallarında zamanaşımı kurumunun kabulünü gerekli kılan nedenler, vergi hukukunda da, belli süre geçtikten sonra devletin kamu alacağını isteme hakkının ortadan kalkmasını zorunlu kılmaktadır.
Vergi hukukunda zamanaşımının kabul edilmesindeki başlıca neden, özel hukukta olduğu gibi, kamu yararıdır. Bu amaç doğrultusunda vergi hukukunda zamanaşımının kabul edilmesindeki başlıca nedenler şöyle sıralanabilir;
1- Vergi idaresinin alacaklarını izleme konusunda daha dikkatli olmasını sağlamak.
2- Devlet ile yükümlü arasındaki hukuki ilişkinin uzun zaman askıda kalmasını önlemek
3- Yargı organlarının yükünü azaltmak
4- Gerektireceği giderler göz önüne alındığında, devletin takip ve tahsili uzun süre gecikmiş vergileri izlemesini önlemek.
5- Defter ve belgeler zaman içinde yitirmiş olabileceği ve ispat zorlukları doğabileceğinden, yükümlünün ömür boyu defter ve belgeleri saklama külfetini ortadan kaldırmak.
Belirtilen yararlarına karşılık zamanaşımı, borcunu düzenli biçimde ödeyen yükümlüler aleyhine adalet ve eşitlik ilkelerini zedelemektedir. Bu durum yükümlüleri kaçakçılığa yöneltebilmekte ve vergi gelirlerinde kayıplara yol açabilmektedir. Ancak kamu yararı düşüncesiyle bütün hukuk sistemlerinin zamanaşımına yer verdiği görülmektedir.
Vergi hukukunda zamanaşımı, özel hukuktaki alacak-borç ilişkisini düzenleyen zamanaşımından farklı bazı nitelikler taşımaktadır. Özel hukukta zamanaşımı, borcu kendiliğinden ortadan kaldırmamakta, sadece eksik borç haline getirmektedir. Başka bir deyişle, borçlu borcun zamanaşımına uğradığını ileri sürerse, alacaklı alacağını dava/icra yoluyla tahsil edememektedir. Bu yönüyle, özel hukuktaki alacak-borç ilişkisinde zamanaşımı, taraflarca ileri sürülmesi gereken bir husus olup hakim tarafından kendiliğinden araştırılıp dikkate alınamazken, vergi hukukunda, Vergi Usul Kanunu’nun 113. maddesinin 2. fıkrasında belirtildiği üzere, yükümlünün bu hususta bir müracaatı olup olmadığına bakılmaksızın hüküm ifade etmektedir. Bununla birlikte, zamanaşımına uğrayan bir borç-alacak özel hukukta ödenmesi/tahsil edilmesi halinde sebepsiz zenginleşme gerekçesi ile geri istenebilirken, vergi hukukunda, 6183 sayılı Amme Alacakları Tahsil Usulü Hakkında Kanunun (AATUHK) 102. maddesinde belirtildiği üzere, kamu alacağının tahsilinin zamanaşımına uğraması halinde yükümlünün isterse kamu borcunu ödeyebilmesine imkan verilmektedir.[3]
A. Vergi Hukukunda Zamanaşımının Niteliği
Vergi hukukunda zamanaşımının niteliklerini genel olarak şu şekilde sıralayabiliriz

1- Vergi hukukunda zamanaşımı, vergi alacağını kendiliğinden ortadan kaldırmaktadır. Zamanaşımı yükümlü tarafından ileri sürülmese bile vergi idaresi ve yargı makamlarınca re’sen dikkate alınması gerekmektedir.
2- Zamanaşımı süreleri kesindir. Vergi hukukunda yer alan zamanaşımı süreleri tarafların iradeleri ile değiştirilemez. İdare de tek taraflı olarak zamanaşımı sürelerini uzatamaz.
3- Zamanaşımı süreleri vergi alacağının doğduğu tarihten itibaren değil, vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından itibaren başlamaktadır.
4- Vergi kanunlarında açık olarak gösterilmek suretiyle, zamanaşımı süreleri durabilir ve kesilebilir. Bu çerçevede, tarh zamanaşımı süresinde durma, ceza ve tahsil zamanaşımı sürelerinde ise hem durma hem de kesilme nedenleri hükme bağlanmıştır.[4] (VUK md. 114/2, 374 ve 6183 sayılı AATUHK md. 103-104)
B. Vergi Hukukunda Zamanaşımının Çeşitleri
Vergi hukukunda zamanaşımı ya idarenin kamu alacağını tarh etme yetkisini ya da tahakkuk etmiş bir kamu alacağını tahsil etme yetkisini ortadan kaldırmaktadır. İdarenin tarh etme yetkisini ortadan kaldıran işleme tarh zamanaşımı, tahsil etme yetkisini ortadan kaldıran işleme ise tahsil zamanaşımı denilmektedir. Vergi cezalarının kesilmesi imkanını ortadan kaldıran ve Vergi Usul Kanunu’nun (VUK) 374. maddesinde belirtilen ceza kesme zamanaşımı ile vergilendirme işlemlerindeki hataların düzeltilmesi için öngörülmüş olana ve VUK madde 126’da belirtilen hata düzeltme zamanaşımı da vergi hukukunda düzenlenen zamanaşımı çeşitleridir.[5] Bu çalışmamızda tarh zamanaşımı ve tahsil zamanaşımı üzerinde durulacaktır.

1. Tarh Zamanaşımı
Vergi Usul Kanunu’nun 114. maddesine göre, vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yılın başından başlayarak beş yıl içinde tarh ve tebliğ edilmeyen vergiler zamanaşımına uğramaktadır. Hesap dönemi takvim yılı olanlarda vergi alacağının doğduğu takvim yılını izleyen yılın başından itibaren beş yıl geçmesi halinde ilgili alacak zamanaşımına uğramaktadır. Ancak özel hesap döneminin kullanıldığı durumlarda, bu hesap döneminin kapandığı yılı izleyen yılın başından itibaren beş yıl geçmekle zamanaşımına uğramaktadır. Zira, VUK 174. maddede belirtildiği üzere, özel hesap dönemi tayin edilenlerin ticari ve zirai kazançları, hesap dönemlerinin kapandığı takvim yılının kazancı sayılmaktadır.

Kanunda belirtilen zamanaşımı süresinin geçmesi ile, Vergi İdaresinin vergi alacağını tarh etme yetkisi ortadan kalkmaktadır. Bu nedenle, belirtilen nitelikteki zamanaşımına tarh zamanaşımı adı verilmektedir. Verginin tarhı, VUK’un 20. maddesinde “vergi alacağının kanunlarında gösterilen matrah ve nispetler üzerinden vergi dairesi tarafından hesaplanarak bu alacağı miktar itibariyle tespit eden idari muamele” olarak tanımlanmaktadır. Dolayısıyla verginin tarhı, vergiyi doğuran olayı göz önünde tutarak vergi alacağını matrah ve vergi oranlarını uygulayarak saptayan bireysel nitelikte icrai bir işlemdir. Sonuç itibariyle tarh zamanaşımı, Vergi İdaresinin vergilendirme ile ilk idari işlemini yapıp vergilendirme sürecini başlatabilmesi imkanını ortadan kaldırmaktadır. Diğer bir ifadeyle, zamanaşımı süresinin dolmasıyla alacaklı vergi dairesi, ilgili dönem vergisini mükellefine tarh ve tebliğ etme yetkisinden yoksun kalmaktadır. Bu amaçla hesapları üzerinde vergi incelemesi de yapamamaktadır. Zira, VUK’un 138. maddesinde “inceleme, neticesi alınmamış hesap dönemi de dahil olmak üzere, tarh zamanaşımı süresi sonuna kadar her zaman yapılabilir” denilmektedir.[6]
Bu itibarla tarh zamanaşımı, verginin tahsil edilebilir niteliğe sahip kamu alacağı haline dönüşmesini engellemektedir. Böylece, zamanaşımına uğramış olan, belirli tutardaki kesinleşmiş yada tahakkuk etmiş nitelikte vergi alacağı değil, muhtemel vergi alacağı olma potansiyelidir. Zamanaşımı bu potansiyelin vergi alacağına dönüşmesini engellediğinden, tarh zamanaşımına uğrayan verginin tahakkuku da hiçbir zaman gerçekleşmeyecektir.[7]
Vergi Usul Kanunu zamanaşımını, vergi alacağının doğduğu takvim yılını takip eden yıl başından başlayarak beş yıl içinde tarh ve tebliğ edilmemesi olarak tanımlamıştır. Ancak, bu zamanaşımından söz edebilmek için tarhın yapılması yeterli değildir. Ayrıca, söz konusu beş yıllık süre içinde tebliğin de gerçekleşmesi gerekmektedir. Bu nedenle, bazı yazarlar tarh zamanaşımı deyimi yerine tahakkuk zamanaşımı deyimini kullanmaktadırlar.[8] Ancak, bu deyimin belirsizlik yarattığı öne sürülmektedir. Şöyle ki, Vergi Usul Kanunu madde 22’de tahakkuk “tarh ve tebliğ edilen bir verginin ödenmesi gereken safhaya gelmesi” olarak tanımlanmaktadır. Böylece, “tahakkuk” tarh ve tebliğden başka, ödenebilir hale gelmeyi de içermektedir. Bu yönüyle, yükümlüler, beyan ettikleri matrahlar üzerinden tarh edilenler hariç olmak üzere, re’sen, ikmalen ya da idarece tarh edilen vergilere karşı vergi mahkemelerinde dava açabilecekleri göz önüne alındığında, tahakkuk, tarh ve tebliğ edilen bir vergi için 30 günlük dava açma süresinin dava açmadan geçirilmiş olması ya da dava açıldıktan sonra mahkemece davanın reddedilmiş ve bu durumun yükümlüye bildirilmiş olmasına bağlıdır. Sonuç olarak, tahakkuk işleminin tamamlanması, verginin ödenebilir hale gelmesidir ki, bu süreç tarh ve tebliğden daha uzun bir süreçtir. Esas olan, zamanaşımı süresi içinde tarh ve tebliğin tamamlanmış olmasıdır; verginin tahakkuku aranmamaktadır.[9]
Kullanılan deyimler içinde zamanaşımının meydana geldiği anı en iyi ortaya koyan deyimin tebliğ zamanaşımı olduğunu düşünen yazarlar da bulunmaktadır.[10] Bu düşünceye göre; “tebliğ edilmemiş bir tarhiyatın önemli olmadığı gibi, süresinde tebliğ edilen bir verginin zamanaşımı süresinden sonra tahakkuk etmesi de mümkündür. Bu nedenlerle hem tarh zamanaşımının hem de tahakkuk zamanaşımının hukuki durumu yansıtmaktan uzak olduğu savunulmaktadır
Vergilendirme zamanaşımı deyimi ise vergilendirme sürecinin aşamalarından kopuk genel bir kavram niteliğinde olması nedeniyle hukuki sonucun bağlandığı aşamayı göz ardı etmekte ve vergilendirme sürecinin içindeki iki işleme yönelik zamanaşımından hangisini kastettiği anlaşılmamaktadır. Oysa farklı hukuki aşamalara ilişkin zamanaşımlarını birbirinden ayırt edilmesi gerekmektedir.”
Bu eleştirilere karşılık, söz konusu yazarlar, tarh ve tebliğin aynı süre içinde tamamlanması yaygın uygulamasına bağlı olarak tarh zamanaşımı deyiminin diğerlerine göre nispi bir uygunluğunun olduğunu söylemektedirler. Bu çalışmamızda gerek bir çok yazar tarafından kabul görmesi, gerekse Vergi Usul Kanunu’nun bir çok yerinde olduğu gibi zamanaşımı sürelerinin işlendiği 114 üncü maddesinin 4 üncü fıkrasında Damga Vergisinde zamanaşımından söz edilirken “tarh zamanaşımı süresi dolduktan sonra ….” denilmek suretiyle tarh zamanaşımı deyimi kullanılması nedeniyle zamanaşımı, “tarh zamanaşımı” olarak ele alınmıştır.
1.1. Tarh Zamanaşımı Süresi İle İlgili Özel Hükümler 
Tarh zamanaşımına ilişkin hükümler Vergi Usul Kanunu’nda düzenlenmiştir. Vergi Usul Kanunu, vergi alacağının doğduğu takvim yılını izleyen yılın başından başlayarak beş yıl içinde tarh ve yükümlüye tebliğ edilmeyen vergilerin zamanaşımına uğrayacağını öngörmektedir. Beş yıllık süre, aksine hüküm bulunmadıkça, Vergi Usul Kanunu’na giren bütün vergiler için geçerlidir. Bununla birlikte Veraset ve İntikal Vergisi Kanunu ile Emlak Vergisi Kanunu koydukları istisnai hükümlerle bu süreyi sonsuza dek uzatmışlardır. Buna karşılık niteliği ağır olmayan bir kısım vergi cezalarının kesilmesinde ise süre kısaltılmıştır.

– Emlak Vergisi Kanunu vergi kaçakçılığını önlemek için bildirim dışı kalan bina ve araziler bakımından zamanaşımının, bina ve arazinin bildirim dışı bırakıldığının idare tarafından öğrenildiği tarihi izleyen yılın başından itibaren başlayacağını hükme bağlamıştır. Bu hüküm bina ve arazi vergileri bakımından zamanaşımının işlememesi sonucunu doğurmaktadır. Bina ve arazinin bildirim dışı kaldığını idarenin öğrendiği tarihi ispatlamak görevi yükümlüye ait olduğu ve uygulamada bunun yapılabilmesinin çok güç olduğu düşünüldüğünde ortaya sonsuz zamanaşımı çıkmaktadır. Ayrıca dört yılda bir yenilenen değer takdiri dönemleri dışında emlak vergisi her yılın birinci ayından itibaren o yıl için tahakkuk etmiş sayıldığından ara yıllar için de tarh zamanaşımı söz konusu olmamaktadır. Aynı durum motorlu taşıtlar vergisi için de geçerlidir.
– Veraset ve İntikal Vergisi Kanununun 20. maddesinin b bendine göre mükellefiyet; “verilen beyannamede gösterilmeyen mallar ile beyanname verilmeyen hallerde intikal eden malların idarece tespit olunduğu tarihte başlamaktadır.” Böylece idarenin bilgisi dışında kalan mallar bakımından zamanaşımının işlememesini sağlanmış olmaktadır.[11]
– Kurumlar vergisinde bir yıldan uzun süren tasfiye dönemine giren kurumlar bakımından zamanaşımı süresi, tasfiyenin son bulduğu dönemi izleyen yıldan itibaren işlemeye başlar. (Kurumlar Vergisi Kanunu md.17/1-ç)
– Şarta bağlı istisna veya muafiyet uygulamaları sonucu kısmen veya tamamen alınmayan vergilere ilişkin zamanaşımı süresi, VUK 114/3. fıkrasında belirtildiği üzere, istisna veya muafiyet şartlarının ihlal edildiği tarihi takip eden takvim yılı başından itibaren başlamaktadır.
– Damga vergisinde zamanaşımı, VUK’un 114. maddesinin 4. fıkrasında belirtildiği üzere, “damga vergisine tabi olup vergi ve cezası zamanaşımına uğrayan evrakın hükmünden tarh zamanaşımı süresi dolduktan sonra faydalanıldığı takdirde mezkûr evraka ait vergi alacağı yeniden doğmaktadır.”[12]
-Yıllara sari inşaat ve onarım işlerinde zamanaşımı, işin sonuçlandığı tarihi izleyen takvim yılının başında başlar. Gelir Vergisi Kanununun 42. maddesinde “birden fazla takvim yılına sirayet eden inşaat ve onarma işlerinde, kazanç işin tamamlandığı yılda elde edilmiş sayılır” denilmektedir. Bu nedenle, birden fazla takvim yılına sirayet eden inşaat ve onarma işlerinde, vergiyi doğuran olay, yani vergi alacağının doğumu bu işlerin tamamlandığı yıl olmaktadır. Bu durumda, zamanaşımı süresinin başlangıcı işin tamamlandığı yılı izleyen takvim yılının başlangıcı olmaktadır. [13]
– Vergi cezalarında ise, Vergi Usul Kanunu’nun 374 üncü maddesinde vergi ziyaı suçu için beş yıl olan zamanaşımı süresi usulsüzlük suçları için iki yıl olarak saptanmıştır. Ancak 336. madde hükmüne göre vergi ziyaı cezası ile usulsüzlüğün birleşmesi halinde kesilecek ceza, vergi ziyaı cezası için belli edilen zamanaşımı süresi içinde kesilmektedir. Kanun, cezayı gerektiren tek bir fiil ile vergi ziyaı ve usulsüzlük suçları birlikte işlenmiş olursa bunlara ait cezalardan sadece miktar itibariyle en ağır olanın kesileceğini öngörmektedir. Bu şekilde birleşen suçlarda vergi ziyaı cezasının zamanaşımı süresi geçerli olacaktır.[14]
Ayrıca VUK madde 374’te; özel usulsüzlük cezalarının düzenlendiği 353. madde ile bilgi vermekten çekinenler ile 256, 257 ve mükerrer 257. madde hükmüne uymayanlar için uygulanacak cezaların düzenlendiği mükerrer 355. madde uyarınca kesilecek usulsüzlük cezalarında zamanaşımı, usulsüzlüğün yapıldığı yılı takip eden yılın birinci gününden başlayarak beş yıl olarak tespit edilmiştir.[15]
Vergi cezalarında tarh zamanaşımı süresi vergi ziyaı suçunda cezanın bağlı olduğu vergi alacağının doğduğu yılı izleyen yılın birinci gününden, usulsüzlükte ise usulsüzlüğün yapıldığı yılı izleyen yılın birinci gününden başlamaktadır. Bu faklılığın nedeni vergi ziyaı cezasının kayba uğratılana vergi miktarı ile ilgili olmasına karşılık, usulsüzlük cezasının kayba uğratılana vergi miktarı ile ilgili olmayışıdır.[16]
– Vergi Usul Kanunu’nda yer alan hürriyeti bağlayıcı ceza gerektiren suçlarda dava zamanaşımı süresi ise;
01.06.2005 tarihinden itibaren geçerli olmak üzere, 5237 sayıl Türk Ceza Kanunu’nun “ Özel kanunlarla ilişki” başlıklı 5 inci maddesine göre “(1) bu kanunun genel hükümleri, özel ceza kanunları ve ceza içeren kanunlardaki suçlar hakkında da uygulanır” denilmektedir.
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Dava zamanaşımı” başlıklı 66 ncı maddesinin birinci fıkrasının (e) bendine göre kanunda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası, “beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl” geçmesiyle düşer” denilmektedir.
Vergi Usul Kanunu’nun 359 uncu maddesinin “a” fıkrasında belirtilen kaçakçılık suçlarının hürriyeti bağlayıcı cezası 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve “b” fıkrasında belirtilen kaçakçılık suçlarının hürriyeti bağlayıcı cezası 3 yıldan 5 yıla kadar hapistir.[17]
Bu nedenle, Vergi Usul Kanunu’ndaki hürriyeti bağlayıcı cezayı gerektiren kaçakçılık suçunda hapis cezası 5 yıldan fazla olmadığından, dava zamanaşımı süresi, Türk Ceza Kanunu’nun 66/1-e nci maddesi gereğince 8 yıldır.[18]
Ayrıca, vergi ceza hukukundaki kaçakçılık suçunda dava zamanaşımı süresinin başlangıcı, suç tarihi, yani suçun işlendiği gündür. Bu nedenle, sahte veya yanıltıcı belge kullanılmak suretiyle kaçakçılık suçu işlenmesi halinde, dava zamanaşımının suçun işlendiği tarihten, yani sahte belge veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgenin düzenlendiği tarihten itibaren başlamaktadır.[19]
– Vergi hukukunda sorumlular için ayrı bir zamanaşımı süresi kabul edilmediğinden, ilke olarak yükümlü için zamanaşımı süresinin dolması vergi sorumluları için de geçerlidir.[20]
1.2. Tarh Zamanaşımı Süresinin İşlemesine Engel Olan Nedenler
Zamanaşımı kurumu alacak-borç ilişkisinde yükümlünün çıkarlarına hizmet ettiği için, alacaklının da çıkarlarını korumak üzere zamanaşımı süresinin işlemesini durduran ve kesen nedenler kabul edilmiştir. Zamanaşımı, alacaklının alacağını izleme konusunda gösterdiği ihmalin sonucudur. Ancak, alacaklı alacağını izlemek üzere bazı işlemler yapmışsa veya alacağını izlemesi bazı durumlar sebebiyle olanak dışı ise, salt yasalarla belirtilen sürelerin geçmiş olması alacağın zamanaşımına uğramsı için yeterli sayılmamaktadır.[21]

1.2.1 Tarh Zamanaşımının Durması
Tarh zamanaşımı, kanunda belirtilmiş bazı hallerde durmaktadır. Durmada, durma sebebinin ortaya çıkmasına kadar geçen zamanaşımı süresi, durma halinin kalktığı andan itibaren eski süreye eklenerek devam etmektedir. Vergi hukukunda tarh zamanaşımını durduran iki neden kabul edilmektedir. Bunlardan birincisi, takdir komisyonuna başvurulması; ikincisi ise, mücbir sebeptir.

1.2.1.1 Takdir Komisyonuna Başvurulması 
Vergi Usul Kanunu’nun 114 üncü maddesine göre, vergi dairesince matrah taktiri için taktir komisyonuna başvurulması zamanaşımını durdurmaktadır. Duran zamanaşımı, taktir komisyonu kararının vergi idaresine gelmesini izleyen günden itibaren işlemeye başlar. İdarenin takdir komisyonuna başvurmasının zamanaşımını durdurabilmesi için, takdir komisyonunun yetkili olması ve kanunlara uygun bir şekilde kurulmuş olması gerekmektedir. Danıştay, üyelerin seçiminde kanunun aradığı şartların yerine getirilmemesi halinde taktir komisyonunun kuruluşunu usulsüz sayarak, komisyon çalışmaları sırasında zamanaşımının durduğunu kabul etmemektedir.[22]

Bazen takdir komisyonlarının matrah takdir etmemeleri veya eksik matrak taktir etmeleri halinde vergi daireleri matrah takdiri için vergi yargısı organlarına başvurmaktadırlar (VUK. Md. 377/2). Bu durumda, çoğu kez tarh zamanaşımı süresi yargı organlarının kararı vergi dairesine gelmeden dolmaktadır. Vergi yargısı organlarında geçen süre içinde zamanaşımının işlemeyeceğine ilişkin herhangi bir hüküm yasalarda ter almamaktadır. Ancak Danıştay İçtihadı Birleştirme Kurulu, vergi dairelerinin yargı organlarına matrah taktiri için başvurmaları halinde zamanaşımının duracağını kabul etmektedir.
Vergi Usul Kanunu’nun 374 üncü maddesinin birinci fıkrasının parantez içi hükmü, 114 üncü maddenin 2 nci fıkrasının ceza zamanaşımı için de geçerli olacağını belirtmek suretiyle matrah taktiri için takdir komisyonuna başvurulmasının cezalarda tarh zamanaşımını durduracağını kabul etmiştir. [23]
1.2.1.2 Mücbir Sebep 
Tarh zamanaşımını durduran bir diğer unsur mücbir sebeptir. Mücbir sebepler Vergi Usul Kanunu’nun 13. maddesine sayılmış olup aşağıdaki gibidir.

1- Vergi ödevlerinden herhangi birinin yerine getirilmesine engel olacak derecede ağır kaza, ağır hastalık ve tutukluluk;
2- Vergi ödevlerinin yerine getirilmesine engel olacak yangın, yer sarsıntısı ve su basması gibi afetler;
3- Kişinin iradesi dışında vukua gelen mecburi gaybubetler;
4- Sahibinin iradesi dışındaki sebepler dolayısıyla defter ve vesikalarının elinden çıkmış bulunması,
gibi hallerdir.[24]
Vergi Usul Kanunu’na göre, kanunda belirtilen mücbir sebeplerden herhangi birinin bulunması halinde, bu sebep ortadan kalkıncaya kadar süreler işlememekte; tarh zamanaşımı işlemeyen süreler kadar uzamaktadır.
Kanun mücbir sebepleri sadece yükümlüler açısından düzenlemektedir. Vergi idaresinin mücbir sebeplerin etkisi altında kalmış olması ve bu sebeplerden dolayı vergi tarhını yapamaması zamanaşımını durdurmamaktadır.[25]
1.2.2 Tarh Zamanaşımının Kesilmesi 
Zamanaşımının kesilmesinde, kesildiği tarihten önceki süreler silinmektedir. Başka bir deyişle, tarh zamanaşımının kesilmesi, kesilme anına kadar işlemiş olan sürenin bütün sonuçları ile birlikte ortadan kalkması sonucunu doğurmaktadır. Tarh zamanaşımının kesilmesi hali olarak kanunlarda herhangi bir düzenleme yer almamaktadır. Ancak, Vergi Usul Kanunu’nun 374 üncü maddesinde vergi cezaları bakımından ceza ihbarnamesi tebliğinin zamanaşımını keseceği belirtilmektedir.[26]

2. Tahsil Zamanaşımı 
Vergi hukukumuzda iki çeşit zamanaşımı vardır. Bunlardan biri Vergi Usul Kanunu’nda yer alan ve daha önce izah edilen tarh zamanaşımıdır. Diğeri ise 6183 sayılı Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkındaki Kanun (AATUHK)’da yer alan tahsil zamanaşımıdır.

6183 sayılı Kanunun 102 inci maddesinde düzenlenen zamanaşımı süresi, kamu alacağının tahakkukundan, yani, tahsil edilebilir hale gelmesinden sonraki aşama ile ilgilidir. Tarh zamanaşımında, kamu alacağının hukuk düzeninde doğması engellendiği halde, tahsil zamanaşımına uğrayan kamu alacağı, yalnızca, tahsil edilebilirliğini yitirmektedir. Yani, borç vardır; ancak, tabi borç niteliğindedir. Bunun sonucu olarak, borcun rızaen ödenmesi halinde, ödeme geçerlidir. Zamanaşımı süresinin dolmuş olması, yalnızca, bu tür borç için, alacaklı tahsil dairesince ödeme emri düzenlemesini ve diğer cebri tahsil yöntemlerinin uygulanmasını engellemektedir.[27]
2.1 Zamanaşımı Süresi 
6183 sayılı Kanunun 102 inci maddesinde, tahsil zamanaşımı süresi, para cezaları ile ilgili özel kanunlarla öngörülenler saklı tutularak, beş yıl olarak belirlenmiştir. Bu süre içerisinde tahsil edilmeyen kamu alacakları, zamanaşımına uğrar. Zamanaşımı süresi, kamu alacağının vadesinin rastladığı takvim yılını izleyen takvim yılı başından başlar, beşinci yılın sonunda; yani, o takvim yılının 31 Aralık gününün çalışma saatinin bitiminde sona ermektedir.[28]

2.2 Başlangıcı 
6183 sayılı Kanun tahsil zamanaşımının başlangıcını, alacağın vadesinin rastladığı takvim yılını izleyen takvim yılı olarak belirlemiştir. Verginin vadesi, o verginin ödeme süresinin son gününü ifade etmektedir. Vergilerin ödeme süreleri tek tek vergi yasalarında belirlenmiş ve özel durumlar için de ayrı süreler saptanmıştır. Tahsil zamanaşımının işlemeye başlaması bakımından vade tarihinin değil, vadeyi izleyen takvim yılı esas alınmıştır. Bunun nedeni; bütün yükümlülerin tabi oldukları zamanaşımını ayrı ayrı incelemekten idareyi kurtarmak ve idarenin daha kolay çalışmasını sağlayabilmektir.[29]

2.3 Sonuçları 
Tahsil zamanaşımı süresi dolduktan sonra alacaklı kamu idaresinin vergiyi tahsil edebilme yetkisi ortadan kalkmaktadır. Ancak, 102 inci madde de geçtiği üzere zamanaşımı süresinin dolmasından sonra yükümlünün rızası ile yapacağı ödemeler kabul edilmektedir. 

2.4 Tahsil Zamanaşımının Durması 

Zamanaşımının durması (işlememesi), daha önce işlemiş olan süreyi yok etmemekte; sadece ilerlemesini durdurmaktadır. Zamanaşımının işlemesini durduran sebep ortadan kalktığında, zamanaşımı kaldığı yerden işlemeye devam etmektedir. Tahsil zamanaşımı süresini durduran sebepler 6183 sayılı Kanunun 104 üncü maddesinde üç grup halinde belirtilmektedir. Bunlar;

1- Kamu borçlusunun yabancı bir ülkede bulunması;
2- Hileli iflas etmesi;
3- Terekenin tasfiyesi dolayısıyla hakkında takibat yapılmasına imkan bulunmamasıdır
Duran zamanaşımı süresi, durması sonucunu meydana getiren sebebin kalktığı günün bitmesinden itibaren yeniden işlemeye başlar ve kaldığı yerden işlemeye devam eder. Duran zamanaşımı süresinin yeniden işlemeye başlamasına, süreyi durduran sebeplerin kalktığı tarih değil; bu tarihin bitmesi esas alınmıştır. Bu nedenle; zamanaşımı süresi, sebebin kalktığı günü izleyen günden işlemeye başlamaktadır.
Ayrıca, Vergi Usul Kanunu’nun 15 inci maddesinin ilk fıkrasında, 13 üncü maddede yazılı mücbir sebeplerden herhangi birinin bulunması halinde, bu sebep ortadan kalkıncaya kadar, sürelerin işlemeyeceği ve tarh zamanaşımının işlemeyen süreler kadar uzayacağı hükmü yer almaktadır. Böyle bir düzenleme, 6183 sayılı Kanunun 103 ve 104 üncü maddelerinde tahsil zamanaşımı ile ilgili olarak yer almamıştır. Bununla birlikte, 6163 sayılı Kanunun 8 inci maddesinde, aksine hüküm olmadıkça, bu Kanunda yazılı müddetlerin hesaplanmasında Vergi Usul Kanunu hükümlerinin uygulanacağı yolunda yer alan düzenleme nedeniyle, Vergi Usul Kanunu’nun 15 inci maddesinin tahsil zamanaşımı süresiyle ilgili olarak da uygulanacağı görüşü savunulmaktadır.[30]
2.5 Tahsil Zamanaşımının Kesilmesi 
Tahsil zamanaşımının kesilmesi, kesilme anına kadar işlemiş bulunan sürelerin bütün sonuçlarını ortadan kaldırmaktadır. Kesilmenin rastladığı takvim yılını izleyen takvim yılı başından başlayarak, beş yıllık zamanaşımı yeniden işlemeye başlar.

Tahsil zamanaşımının kesilme nedenleri 6183 sayılı Kanunun 103 üncü maddesinde sayılmaktadır. Bu hükme göre, tahsil zamanaşımının kesilme nedenleri şunlardır;
1. Ödeme,
2. Haciz tatbiki,
3. Cebren tahsil ve takip muameleleri sonucunda yapılan her çeşit tahsilat,
4. Ödeme emri tebliği,
5. Mal bildirimi, mal edinme ve mal artmalarının bildirilmesi,
6. Yukarıdaki 5 sırada gösterilen muamelelerden herhangi birinin kefile veya yabancı şahıs ve kurumlar mümessillerine tatbiki veya bunlar tarafından yapılması,
7. İhtilaflı amme alacaklarında kaza mercilerince bozma kararı verilmesi,
8. Amme alacağının teminata bağlanması,
9. Kaza mercilerince icranın tehirine karar verilmesi,
10. İki amme idaresi arasında mevcut bir borç için alacaklı amme idaresi tarafından borçlu amme idaresine borcun ödenmesi için yazı ile müracaat edilmesi.
11. Amme alacağının özel kanunlara göre ödenmek üzere müracaatta bulunulması ve/veya ödeme planına bağlanması.
6183 sayılı Kanun kamu alacağının tecilini zamanaşımını kesen nedenler arasında saymamıştır. Ancak, kamu alacağının tecili için 48/1 inci madde gereğince teminat verilmesi gerekli olduğundan ve bu durumda teminat nedeniyle zamanaşımı kesileceğinden, tecil işlemi de zamanaşımını dolaylı olarak kesmektedir.
Bir vergi alacağının iflas masasına kaydettirilerek talep edilmesi ile birlikte zamanaşımı kesilmektedir. Bu durum 6183 sayılı Kanunu 103 üncü maddesi kapsamı dışındadır. Başka bir deyişle, masaya kaydı yapılan vergi alacağında tahsil zamanaşımını kesen neden özel hukuk kuralı özelliğini taşımaktadır. [31]
Zamanaşımı süresi kesilmesinin rastladığı takvim yılını izleyen takvim yılı başından itibaren yeniden işlemeye başlamaktadır. Ancak, zamanaşımının bir bozma kararı ile kesilmesi halinde, sürenin başlangıcı yeni vade gününün rastladığı yılı izleyen takvim yılının ilk günü olmaktadır. Kamu alacağının teminata bağlanması veya yürütmenin yargı organlarınca durdurulması hallerinde zamanaşımı süresi teminatın kalktığı, yürütmenin durma süresinin sona erdiği tarihin rastladığı takvim yılını izleyen takvim yılının ilk günü işlemeye başlamaktadır.[32]
Tahsil zamanaşımı süresi dolduktan sonra alacaklı kamu idaresinin söz konusu kamu alacağını tahsil etme yetkisi ortadan kalkmaktadır. Ancak, yükümlünün rızası ile yapacağı ödemeler kabul edilmektedir. Borçlu böyle bir ödemeden sonra, zamanaşımını ileri sürerek ödediğinin iadesini isteyememektedir. Çünkü, zamanaşımı borcun kendisini değil, kamu idaresince takip edilebilme imkanını ortadan kaldırmaktadır.[33]
C. SONUÇ 
Vergi, alacaklı kamu idaresi ile yükümlü arasındaki kanuni bir borç-alacak ilişkisidir. Özel hukukta yer alan borç-alacak ilişkisi tarafların karşılıklı istekleri ile meydana geldiği halde vergi ilişkisi nedeniyle doğan borç-alacak ilişkisi vergi kanunları hükümleri çerçevesinde vergiyi doğuran olayın ortaya çıkması ile başlamaktadır. Vergi, kişilerden devlete tek taraflı olarak aktarılan bir olgudur. Bu ilişki kanunların verdiği yetkiye dayanarak devlet tarafından oluşturulur. Vergi ilişkisinde devlet alacaklı, yükümlüler ise borçludur. Bu borç-alacak ilişkisini ortadan kaldıran nedenlerden biri zamanaşımıdır.

Hukukun diğer dallarında zamanaşımı kurumunun kabulünü gerekli kılan nedenler, vergi hukukunda da, belli süre geçtikten sonra devletin kamu alacağını isteme hakkının ortadan kalkmasını zorunlu kılmaktadır.
Vergi hukukunda zamanaşımının kabul edilmesindeki başlıca neden, özel hukukta olduğu gibi, kamu yararıdır. Bu amaç doğrultusunda vergi hukukunda zamanaşımının kabul edilmesindeki başlıca nedenler; vergi idaresinin alacaklarını izleme konusunda daha dikkatli olmasını sağlamak, devlet ile yükümlü arasındaki hukuki ilişkinin uzun zaman askıda kalmasını önlemek, yargı organlarının yükünü azaltmak, gerektireceği giderler göz önüne alındığında, devletin takip ve tahsili uzun süre gecikmiş vergileri izlemesini önlemek ve defter ve belgeler zaman içinde yitirmiş olabileceği ve ispat zorlukları doğabileceğinden, yükümlünün ömür boyu defter ve belgeleri saklama külfetini ortadan kaldırmaktır.
Belirtilen yararlarına karşılık zamanaşımı, borcunu düzenli biçimde ödeyen yükümlüler aleyhine adalet ve eşitlik ilkelerini zedelemektedir. Bu durum yükümlüleri kaçakçılığa yöneltebilmekte ve vergi gelirlerinde kayıplara yol açabilmektedir. Ancak kamu yararı düşüncesiyle bütün hukuk sistemlerinin zamanaşımına yer verdiği görülmektedir.